En son Sagalassos Antik Kenti’nden Antalya iline doğru yol aldığımızı söylemiştik. Yaklaşık 2 saatlik yolun ardından Antalya il merkezine ulaşıyoruz. Bu Antalya’ya kültür gezisi adına ilk gelişimiz. Yollar geniş güzel palmiye ağaçları yol kenarlarına caddelere güzel bir hava katmış. Antalya’ya erken geldiğimizden dolayı kenti dolaşmadan bir otel bulalım artık biraz dinlenelim, akşam da kaleiçi bölgesine doğru geçeriz dedik. İlk başta kaleiçi bölgesinde otel aramaya başlıyoruz. Otellerin geneli dolu ve aşırı pahalı bizim gibi kafasını yastığa koyup ertesi sabah yola çıkan gezginlere göre hiç mantıklı değil. Ağustos ayı olduğundan tabi ki aynı zamanda sezon anlamına da geliyor. O yüzden otellerin geneli pahalı bizde bu kadar para vereceğimize havuzlu ve tam pansiyonlu bir otellere bakalım diye Lara’ya doğru gittik. Birkaç acenteye danıştıktan sonra birçok yerde oteller dolu ve oda başı 1 gecelik 600-700 TL gibi rakamlardan bahsedilince gözlerimiz yerinden fırladı. Acentedeki satış danışmanı bu fiyatların altında bu sezonda tam pansiyon bulamazsınız dedi ve şehir otellerine bir bakın oralarda daha uygun olabilir dedi. Bizde tekrar Lara’dan kaleiçi bölgesine doğru hareket ettik. Yolda giderken Fatma bir otel gördü dışarıdan lüks görünen bir oteldi burası çok pahalıdır dedim ama yine de bir uğrayalım dedik. Oda başı günlük 175 TL + oda kahvaltı dahildi ve odaları da görünce iki gün hemen kalalım dedik. Yollarda telef olduğumuzdan artık daha normal gezelim dedik ve Antalya’nın kültürel değerlerini iki günde tamamlayamayacağımızı bildiğimizden dolayı gidebildiğimiz yerlere gidelim yeter dedik. Çünkü Can’a 8 günde 8 şehir diye hedeflediğimiz gezimiz ağır geldi 🙂 Biz alışkınız ama oğlumuz henüz böyle hareketli bir geziye hazır değilmiş. Bunu anladık. Hem oğlum Can’da araba tepesinde gitmekten çok sıkıldı ve denize girmek istediği için onunda isteğini yapalım istiyoruz. Otele yerleşip duşlarımızı alıp biraz uyuduktan sonra akşam 17:00 civarında kaleiçi bölgesine gitmek üzere yola çıktık.
Otelden kaleiçi bölgesi araba ile 8 dk. mesafede olduğundan hızlı bir şekilde kaleiçine varıyoruz. Bu bölgede görmek istediğimiz yerler Yivli Minare Camii, Antalya Saat Kulesi, Tekeli Mehmet Paşa Camii, Hadrian Kapısı, İmaret Medresesi, Atabey Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Karakaş Camii, Millet Hamamı ve Pazar Hamamı. Arabayı kaleiçi bölgesinde bir otoparka park ettikten sonra kaleiçine doğru yürümeye başlıyoruz. Gündüz saatlerinde nefes alınamayacak kadar sıcak olan kent nispeten serinlemiş ama yinede bizim gibi sıcağı sevmiyorsanız aşırı bunaltıcı bir hava. İlk durağımız Yivli Minare Camii. 1230 yılında Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış olan caminin minaresi çok güzel ve benzeri olmayan mimariye sahip. Caminin yanında 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen İmaret Medresesi ve tam karşısında yer alan 1239 yılında inşa edilen Atabey Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi’nden günümüze ulaşan kapısını gördükten sonra gezmeye devam ediyoruz. Biraz ilerledikten sonra önümüze 1901 yılında II. Abdülhamit adına Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırılan saat kulesi çıkıyor. Oğlum Can’ın saat kulelerine ayrı bir ilgisi var aslında saatlere desek daha doğru olacak. Kuledeki saate bakıp bize devamlı bir şeyler söyledi. Saat kulesini de fotoğrafladıktan sonra önümüze Tekeli Mehmet Paşa Camii çıkıyor. Bu yapının 16. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Daha sonra kaleiçi bölgesinde görmek istediğimiz yerlerden biri olan Hadrian Kapısı’na doğru gidiyoruz. Muhteşem bir yapı Üç Kapılar olarak ta bilinen bu kapı, Roma İmparatoru Hadrianus’un 130 yılında kenti ziyaret etmesi onuruna yaptırılmış. Özellikle gece ışıklandırması ile çok daha güzel oluyor. Diğer mekanları da fotoğrafladıktan sonra karnımız acıkıyor ve dışarıdan çok fazla görülmese de koridor gibi bir yerden geçip güzel şirin bir yere giriyoruz.
Mekanın bir aile tarafından işletildiğini güzel bir sohbet sırasında öğreniyoruz. Kendilerinin el yapımı olan mantılarının meşhur olduğunu ve ayrıca soslu tavuklarından da tatmamızı öneriyorlar. Bizde çorba, tavuk ve mantılarımızı beklerken Can’ın ilgisini orada bulunan bir papağan çekiyor. Kafesin içinde olan papağana uzun uzun bakıyor. Can papağanı çok sevdi. Gerçi kim sevmez ki çok tatlı bir şeydi (Maşallah). Daha sonra çorba ve tavuklarımız geldi. Ardından merakla beklediğimiz mantılar geldi. Gerçekten mantılar bir harikaydı. Yemeklerimizi bitirdikten sonra mekan sahipleri kapıya kadar geçirip yine bekleriz iyi geziler diyerek bizi uğurladılar. Mekandan çok memnun kaldık. Antalya merkeze gelirsek mutlaka tekrar uğrayacağımız bir nokta oldu bizim için. Mekandan ayrıldıktan sonra hava artık iyice karardı ve Can’ın uykusu geldi, bizde çok yorgunduk ve otele gitme kararı aldık.
Ertesi sabah geç kalktık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra önce Düden Şelalesi’ne doğru hareket ediyoruz. Bu şelalenin kaynağı Kepez Hidroelektrik Santralinden alıp Düden Çayı üzerinden Akdeniz’e dökülmektedir. Bu yüzden aşağı ve yukarı Düden Şelalesi olarak ikiye ayrılıyor. Fotoğrafladığımız Yukarı Düden Şelalesi’nde çeşitli kafe, restaurant ve piknik alanları var. Can şelaleyi ilk defa gördü ve çok sevdi dakikalarca akan suya baktı. Şelale gezimizi de tamamladıktan sonra bir sonraki durağımız olan Serik ilçesindeki Aspendos Antik Kenti’ne doğru gitmek üzere yola çıktık. Serik ilçesine yaklaşık 45 dk sonra varıyoruz. Serik Belediyesi’nin mavi bayraklı bir plajı olduğunu görüp Boğazkent Halk Plajı’na gitmeye karar veriyoruz. Hem biraz denize gireriz Can’da mutlu olur. Halk plajı çok güzel ve temiz hafta içi olduğundan dolayı mı yoksa herkes lüks otellerde mi? bilemedik ama çok tenhaydı. Plaj tenhaydı ama deniz için onu söyleyemeyeceğiz çünkü aşırı dalgalıydı. Can çok korktu 🙂 girmek istemedi. Kenardan kenardan biraz biraz alıştıra alıştıra Can’ın korkusunu yenerek denizde hep beraber oyun oynadık. Dalga vurdukça kucağımızda Can’ı tutmaya çalıştık. Baktık olacak gibi değil Can’ı denizden çıkartıp kenarda biraz oynaması için bıraktık. Tabi sırayla denize girdik 🙂 Sanırım burada 2 yada 3 saatimiz geçmiştir.
Sonra Aspendos Antik Kenti’ne doğru yola çıktık. Deniz Can’ı yormuş olmalı ki arabaya biner binmez uyudu. 24 km. sonunda antik kente varıyoruz. Şehrin hemen girişinde yer alan tiyatro binasının önündeki yere aracı park edip içeri tek başıma girmek zorunda kaldım çünkü Can uyumaya devam ediyordu. Haliyle Fatma’da kente giremedi. Can ile birlikte arabada beklediler. Bende kentin girişindeki gezi haritasını gördükten sonra buraları uzun süre tek başıma gezmek Fatma’yada haksızlık olacağını düşündüğümden dolayı nasıl olsa başka zaman yine geliriz diyerek sadece o muhteşem tiyatroyu fotoğraflayıp araca dönme kararı aldım. Ne yapalım hadi Side’ye doğru devam edelim belki o zamana kadar Can’da uyanır daha rahat gezeriz diye düşündük. Çünkü bizim minik gezginimiz gündüzleri uyuduğu zaman 2 saatten fazla uyur.
Aspendos Antik Kenti’nden Side’ye 45 dk. lık bir yol ile varıyoruz. Side’ye girer girmez Can’da uyandı çok şükür ve Side Antik Kenti’ne ulaştık. Pamfilya’nın en önemli liman kentlerinden olan Side’nin kuruluşu M. Ö. 7. yüzyıldan daha önce olduğu tahmin ediliyor. Antik şehrin içerisinden geçip gitmek sanki o şehrin içinde yaşadığımızı hissettirdi bize. İlk önce Side Müzesi daha sonra ise antik tiyatroya girdik tiyatro harika ve çok iyi korunmuş durumda birkaç fotoğraf çektikten sonra kendimizi Side’nin şirin sokaklarını da attık. Burada çeşit çeşit hediyelik eşya satan yerler, cafe ve restaurantlar vardı. Artık akşam oldu ve Antalya merkeze dönme zamanı gelmişti. Bir yerde oturup dinlenip yemeklerimizi yedikten sonra 1 saatlik geri dönüş ile otele geldik. Yarın sabah erkenden rotamızı Muğla’ya doğru çevireceğiz.
Ağustos 2017