Gezgin Rehberler ekibinden Hekim Aslan’ın New York sehayati…
İlk gezi yazıma New York ile başlayacak olmam beni gerçekten de hem mutlu ediyor hemde heyecanlandırıyor. İstanbul dışında bir şehri bu kadar sevebileceğimi hiç tahmin etmezdim. Yazmaya başlamadan önce aklıma bir söz geliyor ki, umarım doğrudur diyorum.
“Yolculuk , önce seni sözsüz bırakır sonra da iyi bir hikaye anlatıcısına dönüştürür.”
İbn Battuta
Sabah saat 05:00’te Atatürk Havalimanın dış hatlar gidiş terminalinde beraber gideceğimiz grup ile buluşuyoruz. Uçağımız saat 07:25’te hareket edecek ve bizim yerel saat ile 11:30 gibi New York JFK Hava alanında olacağımız söyleniyor.
Valizlerimizi teslim edip uçağımıza biniyoruz, bende koltuğumu bulup oturuyorum ve tam da yerleşmeye çalışırken tepemde bir adam beliyor. Bu sinirli Afro-Amerikalı yolcumuzun yanlış koltukta olduğumu söylemesi ile haydi tekrardan toparlanıp bir öndeki koltuğa geçiyorum. Koltuğuma geçip ayaklarımı uzatmış iken, arka koltuktan aynı kişi yine söyleniyor. Sinirli dostumuz gazetesini ve kulaklığını bulamadığından bana soruyor. Bende olmadığını anlaması biraz zaman alıyor ama neyse ki daha fazla uzamıyor.
Uçağımızın havalanması ile 11-12 saatlik yolculuğumuz başladı. Sırası ile İstanbul ve Avrupa semaların dayız. Şansıma yanıma oturan kız da istanbullu çıkıyor. Bu kız yaklaşık 5 yıldır New York’ta yaşıyormuş. Bana orada okulunu, çalıştığı yerleri ve en önemlisi de New York şehrini anlatıp durdu. Bu uzun yolculukta bundan daha iyi zaman öldürecek başka bir yol olamazdı zaten. Tam da yolumuzu yarılamıştık ki! Önümüzde oturan başka bir Amerikalının koltuğunu geriye yaslamasıyla alanı gerçekten çok daralan ve bundan fazlası ile rahatsız olan yanımdaki kızın adamı uyarması ile yeni bir gergin hava oluştu. Herhalde 8-10 dakika bir tartışmaları oldu. Böylelikle bu yolculuğun benim favori yolculuklarım arasında yer almayacağı anlaşıldı.
Neyse ki bu uzun ve yorucu yolculuğun sonunda artık New York JFK hava alanındayız. Bu hava limanı aslında 1948 New York Uluslarası Hava alanı ismi ile açılıyor, ama daha çok Idlewild Hava alanı olarak biliniyormuş. Ta ki 1963 senesinde Amerikan başkanlarından olan John F. Kennedy hatırasına ismi kullanılıncaya kadar.
Rehberimiz eşliğinde pasaport kontrol bölümüne hareket ediyoruz. Oradaki yığılmayı görünce 1 saatten daha fazla işimizin olduğunu anlıyor ve acele etmeden sıraya girip bekliyoruz. Neredeyse paranoyak seviyesinde güvenlik tedbiri alan Amerikan yetkilileri zaten yoğun yolcu yığınına bir de aşırı güvenlik tedbirlerini ilave edince işlerin daha da uzaması kaçınılmaz oluyor. Sonuçta bir şekilde bitiyor ve bizde kendimizi hava alanın dışına atıp bir oh çekiyoruz. Rehberimiz bir araç ayarlıyor ve aracımıza binip New York şehir merkezinin yolunu tutuyoruz. Kalan zamanımızda panoramik bir şehir turu atıp akşama New Jersey deki otelimize yerleşeceğiz. Bu arada New Jersey Amerika’nın başka bir eyaleti oluyor. İki gün boyunca gezeceğimiz New York şehrinde değil de Amerika’nın başka bir eyaletinde konaklayacağız. Tabi burada tur firmasının da bir suçu yok, en azından bize böyle anlattılar. Şansımıza o hafta hem Birleşmiş Milletler binasında dünya liderlerinin bir toplantısı var, hemde papanın şehre bir gezisi olmuş. Haliyle şehir merkezindeki tüm oteller dolu. Ama zaten kalacağımız otelin olduğu şehir olan Jersey City’nin Manhattan adasına 2 tünel ve 1 asma köprü ile bağlı olduğunu öğreniyoruz. Yani çok ta uzak sayılmayız herhalde diyoruz.
Aracımızla panoramik şehir gezimize Manhattan’dan başlayarak, turistlerin en çok gezdiği yerleri dolaşmaya başlıyoruz. Kimi zaman durup yürüyor kimi zaman sadece aracımızın geçtiği yerler için rehberimizin verdiği bilgilerle yetiniyoruz. Bu turumuz esnasında Çin Mahallesi’ni, daha çok italyanların olduğu semt olan küçük İtalya ve eskiden girilmesi tehlikeli olarak bilinen ama şimdilerde son iki New York belediye başkanlarının el atması ile bambaşka bir bölgeye dönen ve yeni binaları, yolları ve parkları ile çehresi değişen Harlem’i geziyoruz. Harlem eskiden suç bölgesi iken şimdilerde insanlar geceleri bile çok rahat sokaklarda gezebiliyorlar. Tabi Birleşmiş Milletler binası, Madison Square, Central Park, Rockefeller Center, Dünya Ticaret Merkezi, Times Meydanı gibi yerleri de gezecek ve mümkün olduğunca zamanımızı dolu dolu geçireceğiz.
Doğrusu neden bu şehir için dünyanın başkenti dendiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. New York’un caddelerini dolaştıkça büyük şirketlerin ofislerini, en önemli markaların mağazalarını, müzik ve tiyatro salonlarını, devasa limanındaki devasa yük ve kruvaziyer gemilerini görünce her anlamda büyük bir şehir olduğunu fark ediyorsunuz. Sadece finans, moda, sanat, ticaretin merkezi, değil birçok farklı kuruluşunda merkezi konumunda. Örneğin, Birleşmiş Milletler Genel Merkez binası yine New York’ta yer almaktadır.
Ve akşam oluyor bizde uçak yolculuğumuzun bize verdiği yorgunluğa yarım günlük hızlı şehir turumuza ilave edince bitkin bir şekilde otelimizin yolunu tutuyoruz. Akşam üzeri 20 kişilik kafilemiz 4-5 kişilik gruba bölünüyor ve herkes farklı yerlere yöneliyor. Benim olduğum grup ile akşam yemeği olarak bir şeyler atıştırdıktan sonra otele dönmeye karar veriyoruz. Bizimle beraber olan ve içimizdeki en tecrübeli gezgin olan teyze (Bu arada yaklaşık 40 ülke dolaştığını da söylemiş olalım.) yemek konusunda hafif bir şeyler yemek istiyorsak ve tabi en güvenilir olabilecek yemek noktası olarak bize Starbucks’ı öneriyor. Gezimiz boyunca caddelerde seyyar olarak satılan sosisliler den ara ara denediğimiz için sandviç ile doyacağımıza kanaat getirip teklifini kabul ediyoruz. Starbucks’tan sandviçlerimizi yedikten ve kahvelerimizi içtikten sonra 5. Cadde boyunca geziyor hediyelik alışverişlerimizi yapıyoruz. Bu arada sosisli satılan seyyar arabalarda kullanılan etin helal olduğuna dair yazılar bulunmakta ve rehberimizin de bize söylediğine göre belediye bu arabaları sürekli kontroller ile denetim altında tutmaktaymış. Akşam oluyor ve günün tüm yorgunluğunu ayaklarımızda hissetmeye başlıyoruz. Anlıyoruz ki artık daha fazla ayaklarımız bizi taşıyamayacak, bizde otelin yolunu tutuyoruz. Otelin yolunu tutuyoruz tutmasına ama rehberimizin bize verdiği notlara göre önce New Jersey tarafına giden metroyu bulmamız, ikinci bir aktarma yapmamız ve oradan da şayet otelin servisini kaçırmaz isek o servis ile otele dönmemiz gerekiyor. Gezmeyi planladığınız bölgeye bu kadar uzak mesafeli bir otel seçilirse olacağı budur. Şu bir gerçek ki, en kaliteli firmalarla yolculuk etseniz ve de tüm detaylarını konuştuğunuzu düşünseniz de işin içinde ticaret olduktan sonra bir şekilde maliyet düşürmek adına bazı fiyat avantajlarını kullanmaya çalıştıklarını görürsünüz. Firmaların maliyetleri kısıp karları arttırma endişeleri olduğu sürece bu değişmeyecektir. Neyse ki New Yorklular çok kibar, en azından bize öyleleri denk geliyor. Metro durağını sorduğumuz bir bayan önce durağa kadar bize eşlik etti, daha sonra metro istasyonuna inip hangi tren ile hangi yöne gideceğimizi gösterdi. Yaklaşık 100-150 m. Hiç üşenmeden bizim ile gelip bir de metroya inmesi, gerçekten çok iyi oldu. Aksi halde gideceğimiz yere çok geç ulaşabilirdik. Otelin servisinin durduğu yer o kadar sapa ve karanlık bir bölgede ki, inanın size para teklif edilse bile on dakika dahi durmayacağınız bir yer. Ama ben ve 4 bayan arkadaşım yine de burada servisimizi beklemek zorunda kaldık. Neyse ki sonradan son seferi olduğunu öğrendiğimiz servisimizde geliyor ve otelimize ulaşıyoruz.
Lobide odalarımıza dağılmadan önce rehberimizin de bize hatırlattığı üzere, kısa zamanda uzun mesafeler kateden insanlarda farklı zaman dilimlerine ulaşılmasına bağlı olarak biyolojik ritmin bozulması yani jet lag sendromu görülür. Yapmamız gereken gece saat 3-4’ler de uyandığımızda uyumak için ısrarcı olmak gerekir. Uyku sorunu yaşayan benim gibiler çin bu çok zor bir iş olacak ama yapacak bir şey yok maalesef.
New York’ta ikinci günümüze sabah erkenden uykumu tam alamamış olarak uyanıyor sözleştiğimiz gibi kahvaltımızı yaptıktan sonra lobide buluşuyoruz. Tabi rehberimiz bizden çok daha erken kalkmış ve bizim için bir araç ayarlamaya koyulmuştu. Aracımız geldi ve asıl gezimize şimdi başlıyoruz. Bütün gün New York’un en çok rağbet edilen yerlerini gezip görmek istiyoruz. Otobüsümüz ile Manhattan’dan çıkıp Brooklyn Köprüsün’den geçerek Brooklyn semtinden bir tur atıyoruz. Bu semt için herhalde söylenebilecek şeyler, daha ziyade gelir seviyesi yüksek insanların muhiti olması ve ikinci olarak da 2.5 milyonluk nüfusu ile New York’un en kalabalık semti olmasıdır. Bizim için asıl önemli olan Amerikan filmlerinden aşına olduğumuz Brooklyn Köprüsü’nü yayan olar geçecek olmamız. Bu köprüden yayan olarak yürüdüğünüzde sizi harika bir manzara bekliyor. Zaten uzunca bir köprü olduğu düşünülürse baya bir keyfini çıkara çıkara yürüyorsunuz. Her iki taraftan da yükselen binalar, liman ve limanda bekleyen devasa gezi gemilerini izlerken uzaklarda bir de Özgürlük Heykelini görüyorsunuz. Köprünün alt kısmında araçlar geçiyorken üst kısmı ise yayalar için yapılmış. Yayalar için ayrılan yolda ikiye bölünmüş, yarısını bisikletliler kullanıyor. Bu güzel manzaranın fotoğraflarını çekmeye çalışırken bisikletlilerle çarpışmamak için baya bir çaba sarf ediyoruz.
Sonraki durağımız Dünya Ticaret Merkezi yani diğer adı ile ikiz kuleler oluyor. 11 Eylül 2001 saldırısı sonrası yıkılan ikiz kulelerin yerine yeni bir kule ve bir bir anıt inşa edilmiş. Yeni Dünya Ticaret Merkezi (Şimdiki adıyla One World Trade Center) olarak kullanılan bu yapının 2014’te açılışı yapıldı. Devasa bir havuz ve içinde ikinci küçük bir havuz olarak yapılan anıtta ise hayatını kaybeden tüm kişilerin isimleri havuzun kenarlarına yazılmış. Bu saldırıda uçaklarda ölen yolcular hariç, yani sırf kulelerde çalışan insan sayısı olarak yaklaşık 3000 kişi hayatını kaybetmişti.
Şehrin merkezinde her tarafta yüksek binalar arasında gezinmeye devam ediyoruz. Rehberimiz şimdi ki durağımızın Roosvelt Adası olacağını söyleyip bizi bir teleferiğin önüne getiriyor. En az 100 kişilik kabinleri olan bu teleferik ile Rosevelt Adasına geçiyoruz. Manhattan ve Queens bölgeleri arasında bulunan Doğu Nehrinin üzerinde olan Rosevelt Adasının uzunluğu yaklaşık 3 km. Genişliği de 240 m. Ve nüfusunun da 12 bin civarı olduğu söyleniyor. Ada turistlerin ilgisini çekecek tarihi yapılara da sahip. Özellikle adanın 1800 yılların sonunda inşa edilen hapishane ve bulaşıcı hastalıklar için inşa edilen hastanenin görülmesi gereken yerler arasında olduğunu söyleyebiliriz. Tabi deniz fenerini de unutmayalım. Adaya vardıktan sonra hemen az ilerimiz deki otobüs durağından otobüse binip adanın çevresinden bir tur atıyoruz. New York belediyesi otobüs seferlerini sadece turistler için değil ayrıca orada yaşayan halk için de ücretsiz yapmış. Bunun bir nedeni de adaya kesinlikle başka araçlar alınmamasıdır. Adanın diğer parçalarla teleferik dışında metro bağlantısı var.
New York’taki ikinci günümüzün de sonlarına gelirken yönümüzü Özgürlük Heykelinin olduğu adaya giden teknelere çeviriyoruz. Kıyıdan peş peşe tekneler kalkmasına rağmen her tekne hınca hınç doluyor. Grup olarak sıradaki ilk tekneye kendimizi ancak atıyoruz. Tekneler Özgürlük Anıtının olduğu Özgürlük Adasına yanaşması ile yarım saatlik gezi süremiz başlıyor. Özgürlük Heykeli dönemin Fransa Amerikan ilişkilerinin iyi olması hasebiyle Ve Amerika Birleşik Devletlerinin de kuruluşunun 100 yılına girmesiyle Fransız Hükümeti tarafından Amerika bileşik Devletleri’ne hediye amaçlı yapılmıştır. Yalnız heykelin bitirilmesi ve yerleştirilmesi 100. yıl kutlamalarından tam 10 yıl sonra yani 28 Ekim 1886 yılında gerçekleşebilmiştir. Heykel kaidesi ile beraber tam 93 metre boyunda ve 204 ton (kaide ile beraber 225 ton) ağırlığındadır. Böyle devasa bir heykeli göndermeleri zor olduğundan, 350 parçaya bölüp 214 sandıkta gemilerle New York’a gönderiyorlar. Anıtın mimarı olan Frederich Bartholdi’nin heykelin yüzünü eşinden veya annesinden esinlendiği söyleniyor. Başka bir rivayete göre ise heykelin yüzünün Singer dikiş makinelerinin kurucusu olan Isaac Singer’in dul eşi Isabelle Eugenie Boyner’e ait olduğu söylenir. Heykel bakır ile kaplı olduğundan ve zamanla da oksitlenince rengi yeşile boyanmış gibi görünüyor. Heykelin Kafa kısmında ve meşale olan kısımda seyirlik teraslar var ama 2001 yılındaki İkiz kulelere saldırısı sonrası (ilk 3 yıl hariç) teras katlarına girişler kapatıldı. Heykelin Sağ elinde tuttuğu meşale aydınlanmayı, meşaleden çıkan ışıklar özgürlüğe giden yolu sembolize eder. Anıt sol elinde de bir hitabe tutar. Bu tabletin üzerinde Amerika’nın bağımsızlık bildirgesinin tarihi olan 4 Temmuz 1776 (July IV,MDCCLXXVI) Roma rakamları olarak yazılıdır.
Hızlıca heykelin etrafından turumuzu atıyor, fotoğraflarımızı çekip buluşma noktasına erken varıyoruz. Kalan zamanımızda hediyelik dükkanlarında anıt ile ilgili hediyeliklere bakıyoruz. Dönüş için tekne yolcuları almaya başlıyor ve bizimde artık dönüş zamanımız geldi. Günün sonunda yorgun ama gezdiğimiz yeni yerlerin yüzümüze verdiği mutluluk tebessümü ile otobüsümüze biniyor, otele dönüş yapıyoruz. Yarın yine sabah erken kalkıp hava alanına gideceğiz. Yeni yolculuğumuz Florida eyaletinin Orlando şehrine olacak. Daha New York’un gezilecek onlarca yeri var iken maalesef zaman sorunumuz olduğundan yola çıkmak zorundayız. Zaten İstanbul ve New York gibi büyük şehirlerin en azından en önemli noktalarının dahi gezilip bitirilmesi birkaç günde pek mümkün değil. Artık başka bir zaman da buraya tekrar gelme ümidiyle şehir ile vedalaşıyoruz.
Hekim Aslan
2 Responses
Sayın Hekim Bey çok güzel anlatmışlar, teşekkür ederiz.
Necla Hanım çok teşekkür ederim. Sizin gibi Türkiye’nin tanınmış yazarlarına editörlük yapan birinin yorum yazıp, takdir etmesi beni gerçekten de çok mutlu etti. Tekrardan teşekkürler.