Gezgin Tarih

Gezgin Tarih’in Mart 2017 Konuğu: Kerem Çalışkan

“100 Yıl Öncesinden İstanbul’a Bakış”

Gezgin Rehberler ekibinden yepyeni bir bölüm “Gezgin Tarih” bu bölümde kentlerin tarihlerine ufak bir yolculuk yapacağız. İlk bölümde ise Friedrich Schrader’in 100 yıl önce yazdığı “Konstantinopel (İstanbul)” kitabını tozlu raflar arasında fark edip ilk defa Türkçe’ye çeviren araştırmacı yazar Kerem Çalışkan…

Kerem Çalışkan Kimdir?

1983-1992 arasında Cumhuriyet gazetesinde editörlük, dizi yazılar şefliği ve yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1992-94 arasında Sabah gazetesi yazı işlerinde çalıştı. 1994-98 tarihlerinde kurucu ekibi arasında bulunduğu Yeni Yüzyıl gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Ardından 28 Şubat sürecinde satılan Yeni Yüzyıl gazetesi genel yayın yönetmeni görevindeyken gazeteyi “kapatarak” ayrıldı. 1999-2001 yılları arasında Yeni Yüzyıl’dan ayrılan ekiple birlikte kurduğu NTVMSNBC internet haber sitesini yönetti. 2001-2005 arasında Tempo dergisi genel yayın yönetmenliğini yaptı. 2005-2008 arasında Hürriyet Avrupa’nın yayın yönetmeni olarak Frankfurt’ta bulundu. 2009’da bir süre Hürriyet yazı işleri müdürü olarak görev yaptı. 2009-2011 yıllarında Euractiv.com.tr haber sitesi yayın yönetmeni oldu. 2013 Ocak-Ekim ayları arasında Yurt gazetesi bünyesindeki Bağımsız dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. Ekim 2013’ten Temmuz 2014’e kadar Yurt gazetesi yayın direktörlüğünü üstlendi. Halen serbest gazetecilik yapıyor. 100 Yılla Yüzleşme serisinden üç kitabı yayınlandı: 1912 Balkan Savaşı ve Ermeni Tehciri ilişkisini ele alan 100 Yılın Rövanşı; 100 Yılın Darbesi-Babıâli Baskını ve 100 Yılın Örgütü-İttihat ve Terakki.

Kaynak: Remzi Kitabevi

 

Kerem Bey merhaba, öncelikle “Gezgin Tarih”e hoş geldiniz. Friedrich Schrader’in 100 yıl önce yazdığı “Konstantinopel (İstanbul)” kitabını nasıl keşfettiniz?

Friedrich Schrader’in İstanbul üzerine kitabını, Remzi Kitabevi’nden çıkan ‘Alman Cihadı’ kitabım üzerine çalışırken tesadüfen keşfettim. I. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a gelmiş bir Alman savaş muhabirinin kitabında Tünel’de Teutonia adındaki Alman Kültür Merkezi’nde Alman ve Türk gazetecilerle düzenlenen bir bira gecesi anlatılıyordu. Bu geceye katılan gazetecilerden birisi ‘profesör’ diye tanımladığı Friedrich Schrader’di. Bu isim ilgimi çekti ve internette Alman kaynaklardan araştırmaya başladım.
Sonunda Schrader’in yaşam öyküsü ve eserlerini buldum. Türkiye’de hiç bilinmediğini, eserlerinin çevrilmediğini anlamam sürpriz oldu. Özellikle İstanbul kitabını merak ettim. Türkiye’de ve Almanya’da basılı örneği gözükmeyen bu orijinal kitabı Kanada Milli Kütüphanesi’nin dijital arşivinde buldum. İndirip hemen okudum ve çok heyecanlandım…
Çünkü çok canlı bir dille, adeta bir dosta anlatır gibi İstanbul’un o dönemini anlatmıştı Schrader… Kitapta yoğun bir bilgi ve sevgi vardı…
Hemen bunu çevirmeye ve Türkçeye kazandırmaya karar verdim. Remzi Kitabevi’nin edebiyata aşina, şair editörü Öner Ciravoğlu, kitaptan çevirdiğim bir iki parçayı gösterince ve özellikle yıllar itibarıyla telif sorunu olmadığını anlayınca kitabı basma konusunda heyecanlandı… Kitabı hızla ve zevkle çevirdim… Diline ve cümle yapısına sadık kalmaya büyük özen gösterdim…. Remzi Kitabevi de hızla bastı… Meraklı çevrelerde belli bir ilgi uyandırdı… Ancak edebiyat çevrelerinde henüz yeterince algılandığı söylenemez… Örneğin Doğan Hızlan bile önemini fark etmedi…

Kitabı çevirirken anlatılan yer ve mekânları günümüze bakarak göz önüne alındığında o anda neler hissettiniz? Yazarın kişisel yaşamöyküsü sizi etkiledi mi?

Schrader’in 100 yıl öncesini anlattığı mekanların büyük çoğunluğu bugün de duruyor… Bu nedenle onları okumak ve günümüzdeki hallerini izlemek heyecan vericiydi…
Yazar neredeyse İstanbul’u ve çevresini adım adım gezmiş biri olarak rahat bir akıcılık ve renkli ayrıntılarla yazıyordu… Yazarın kişisel öyküsü kuşkusuz kitabın büyüsünü yaratan ana unsur…

Sizce, Friedrich Schrader’in o dönemi bizden biri, yani kırk yıllık bir İstanbullu gibi anlatmış olmasının sırrı nedir?

Bu soru doğru…Schrader 40 yıllık İstanbullu gibi yazıyor… Çünkü neredeyse 30 yıllık İstanbullu… 26 yaşında İstanbul’a geliyor… 1891-1918 yılları arasında 27 yıl İstanbul’da yaşıyor…İstanbul’dan ayrıldıktan 4 yıl sonra 57 yaşında Berlin’de kalp krizinden ölüyor… Neredeyse bütün yaşamı İstanbul… Belki de İstanbul’dan ayrılmanın acısıyla ölüyor… Zaten İstanbul’dan ayrılırken yazdığı ‘Ayrılık Çeşmesi’ şiirinde bu acıyı hissediyorsunuz… Çünkü o gerçek bir İstanbul aşığı… Schrader ilk aşkını, evliliğini İstanbul’da yaşıyor…Çocukları İstanbul’da doğuyor… Robert Kolej’de, Alman Lisesi’nde hocalık yapıyor… O zaman yemyeşil ve bomboş olan Bebek sırtlarında (Bebek Kahve’nin arkasındaki sırtta) beyaz ve tek olan şirin bir evde oturuyor…İlk çocukları burada doğuyor… Robert Kolej’e Bebek sırtlarından yürüyerek gidiyor… Tevfik Fikret ile arkadaş.. Halide Edip, Hüseyin Cahit gibi yazarları okuyor biliyor ve tanışıyor… Zaten çok iyi Osmanlıca, Arapça biliyor… Türkçeden çeşitli eserleri Almancaya çeviriyor… Yani hem gazeteci, hem profesör…Üstelik İstanbul’un Hristiyanlık öncesi antik dönem pagan tarihini biliyor… Bu döneme özel bir hayranlığı var…Kendisi sosyalist düşünceli bir yazar… Bunu zaten Almanya’da çeşitli sol gazete ve dergilere ‘İştiraki’ takma adıyla yazdığı yazılarda da gösteriyor…
İstanbul (Constantinopel) kitabı Schrader’in o sırada İstanbul’da Almanca yayınlanan ‘Osmanischer Lloyd’ adlı gazetede yer alan İstanbul üzerine gezi, deneme ve izlenim yazılarının derlenmesi ile oluşmuş… Kitap 1917’de Almanya’da yayınlanmış… Dili bunun için rahat ve sürükleyici bir gazeteci dili…

100 yıl öncesine göre çok değişime uğramış yerler vardır mutlaka. Bu değişimin izi dahi kalmayan, sizde ayrı bir hüzne sebep olan mekânlar var mı?

Schrader’in gezdiği bütün yerleri tek tek gezip fotoğrafladım ve günümüzle karşılaştırmalı metinler yazdım… Ancak Remzi Kitabevi, kitabı genişletmemek ve orijinalitesini bozmamak kaygısıyla bunları basmadı… Belki ayrıca bir dergi yazısı olabilir… ‘Schrader’in İstanbul’unun Bugünkü Hali’ diye…
Tabii o mekanları bugün gezmek hem heyecan verici, hem de bilmediğiniz bazı eski değerleri keşfediyorsunuz… Birkaç yerde bunu yaşadım…
Şehzadebaşı’nda Schrader’in anlattığı bir çok yer ve mekan hala yerli yerinde duruyor…
-Fatih döneminden kalma İsa’nın havarisi Andreas’a ait olduğu iddia edilen ‘Bukağılı Dede’nin türbesi yıkılmış, ama üzerinde ‘Bukağılı Dede’ yazan mezar taşı bugün hala orada duruyor… Onu fotoğrafladım…

ŞEHZADE MEHMED’İN TAHTI SANDUKA ÜZERİNDE HALA DURUYOR

Şehzadebaşı Camii’nin öyküsünü Schrader, 100 yıl önce kent efsanesi olarak halk ağzından dinlediği şekilde farklı anlatıyor…

Camiyi önce kendisi için inşa ettiren Kanuni sonra onu yeterince beğenmeyip o sırada Anadolu’da bulunan Şehzade Mehmed’e armağan ediyor… Şehzade Mehmet bu armağanı beğenmeyip gelen habercilere ‘Ben de tahtı bana verecek haberi getirdiniz sandımdı!…’ diyor… Bunu duyan Kanuni çok kızıp Şehzade’nin kellesini alıyor… ‘Şehzadebaşı’ adı buradan geliyor… Schrader’e göre Kanuni sonra pişman olup ‘Ben zaten tahtı sana verecektim’ diyerek, Şehzade Mahmut’un sandukası üzerine bir taht ve taç yerleştiriyor…

Şehzade Mehmed (Fotoğraf: Kerem Çalışkan)

İnanmayacaksınız ama, gittim baktım… Şehzade Mehmed’in sandukası üzerinde tahtadan oymalı o zarif taht hala yerli yerinde duruyor… Onu da fotoğrafladım… Osmanlı tarihinde herhangi bir sanduka veya mezar üzerinde böyle başka bir taht yok… Araştırmak artık tarihçilerin işi…

Ama Schrader’in aktardığı İstanbul kent efsanesi doğruysa, Kanuni oğlu Şehzade Mustafa’dan önce, birinci şehzadesi Mehmet’i de öldürtmüş oluyor…

Schrader’in Şehzadebaşı öyküleri çok renkli…Örneğin aynı cami avlusunda ulu çınarın altında Kanuni’nin helvacıbaşısı Hululi Dede’nin türbesini anlatıyor…Yaşlılar ve kadınlar çınara gelip dua ediyorlar… Yürüyemeyen çocuklar buraya getirip yürütülüyor…

Helvacıbaşısı Hululi Dede’nin Türbesi (Fotoğraf: Kerem Çalışkan)

O kutsal ulu çınar da yerli yerinde duruyor… 12 Eylül 1980 askeri yönetimi türbe ve mezarı, oraya gelip dua edilmesin diye, yok etmiş, duayı da yasaklamış… Ama ulu çınar hala orada duruyor… Fotoğrafladım… Bazı yaşlı kadınlar da hala orada dua ediyor…

Schrader’in anlattığı Tezveren Sultan da bugün hala İstanbul Basın Müzesi (Nuruosmaniye) binası altında duruyor…Yan sokağa açılan pencereden Tezveren Sultan sandukası görülüyor…Orada dua eden bir kadını da daha yeni fotoğrafladım…Yani Schrader’in anlattığı gelenek 100 yıl sonra da hala yaşıyor ve sürüyor…

Sohbetimiz sırasında “Ayrılık Çeşmesi”nden bahsetmiştiniz. Nedir bu Ayrılık Çeşmesi hikâyesi?

Schrader’in ‘Ayrılık Çeşmesi’ şiirini, Remzi’de İstanbul kitabı yayınlandıktan sonra keşfettim… Schrader’in İstanbul’dan Ukrayna üzerinden kaçış öyküsünü anlattığı, Berlin’de basılan ikinci bir eseri var… Bir de bir Alman gazetede tefrika edilen ve tümünü bulmadığım Osmanlı’da geçen bir İstanbul romanı var… Tümünü bulursam belki çeviririm…
Schrader’in ‘İstanbul’dan Kaçış’ kitabında ilk bölümlerde Kadıköy’deki ‘Ayrılık Çeşmesi’ için yazdığı şiir var…
İngilizlerin tutuklama tehdidi altındaki Schrader 1918 yılı sonunda İstanbul’dan kaçmak zorunda kalıyor… Schrader’in gemisi Ukrayna’ya gitmeden önce birkaç gün Haydarpaşa açıklarında, denetimde bekliyor…
Bu sırada Schrader o bölgedeki ‘Ayrılık Çeşmesi’ne atfen, İstanbul’dan kendi ayrılış acısının şiirini yazıyor… Şiir buram buram İstanbul aşkını ve ayrılış hüznünü yansıtıyor…Bugün yazılmış gibi taze…
Bu şiir ve öyküsü Gürsel Göncü’nün çıkardığı Hashtag Tarih dergisinin 2016 Haziran ayı sayısında yayınlandı. Ayrıca bu dergi haberi Odatv’de de yayınlandı. Merak eden internetten bulabilir… Ayrılık Çeşmesi, Osmanlı tarihinde İstanbul’dan Doğu’ya giden askeri sefer ve hac kervanlarının veda noktasıdır… Adı buradan gelmektedir…Çeşme halen yerindedir…
Friedrich Schrader’in bugün Kadıköy Marmaray çıkışındaki istasyona adını veren tarihi Osmanlı ‘Ayrılık Çeşmesi’ne dair şiiri şöyle:

5 Aralık (1918)- Tigris (Dicle gemisi güvertesi)
Bugün yağmurlu bir gün. Umutsuzluk beni ele geçirmeye çalışırken, onu dizginlemek için, Anadolu sonbaharının hüzünlü havasına dair anıları içimde estiren şu dizeleri kağıda döküyorum:

AYRILIK ÇEŞMESİ

Orada Kadıköy’de Bağdat Caddesi’nin başında 
Uzun, gri, taşlarla döşeli yolun hemen yanında
Durur bir çeşme
Güneşler içinde…

Gerçi tatlıdır suyu, ama 
Çöker ondan içenlerin üstüne 
Dünyanın tüm acısı…

Veda Çeşmesi, Ayrılık Çeşmesi’dir adı,
Ve gözyaşlarından çimenler sarmıştır gri taşı
Ve yaşlı ağaçlarda
Eser sanki kabusun yeli,
Ve duyulur sonbahar fırtınalarında eskisi gibi, yitip giden vedanın sesi:
‘Allah korusun seni!’

Bak! Şu yolda gururla ilerleyen kervana
Davullar gümbürder, salınır at kuyrukları ve sancaklar üstünde
Ama giden adamların içinde, terkederken
İstanbul’un canlı, rengarenk, aşina sokaklarını,
İstanbul’un pazarlarını, direkli hanlarını,
Çınarlarından kuru yaprakların sessizce döküldüğü,
O kahvelerini, yaşamın tatlı bir düşe dönüştüğü,
Mavi deniz ufuklarını, beyaz köpüklü gururlu dalgalarıyla
Yüksek tepelerini, zirvelerinde rüzgarların gezindiği,
Hani bir zamanlar yüce ruhların eviydi-
Çarpar kalpleri o adamların şimdi, zırhın, kaftanın, cübbenin altında
Çılgınca bir acıyla, çünkü yitip gider artık neleri varsa.
Bilinmedik yabancı ellere düşer yolu,
Sayısız tehlike gözler yolunu,
Beyaz atının üstünde yalnızca Hızır’dır koruyan onu…
Tanrıya seslenirken yolun başından
‘Allah’a Emanet olun’ yükselir her ağızdan
Bu koyu, elemli veda anından-

Eşlik ederler çeşmeye kadar,
Babalar, evlatlar, oğullar, analar, kızlar, kadın erkek
Eğilir onlar eyerden bir kez daha
Çeşmeden bir yudum daha almaya-
Yaşlı genç yanaklardan dökülür gözyaşı seli-
Ve bir kere daha çarpıp yanarlar onlarca değerli bir kalbin ateşinde.   
Sonra kervan gururla düzülür yola-
Davullar gümbürder, salınır at kuyrukları ve sancaklar üstünde…
Güneşler içinde,
Orada durur çeşme…

(Friedrich Schrader-5 Aralık 1918/Kadıköy-Ayrılık Çeşmesi-Dicle gemisi güvertesi)
(F. Schrader’in ‘İstanbul’dan Ukrayna’ya Kaçış’ kitabından-Tübingen 1919)

 

KEREM ÇALIŞKAN’DAN BİR NOT:

Remzi Kitabevi’nde İstanbul kitabı yayınlandıktan sonra Friedrich Schrader’in üçüncü kuşak torunu (oğlunun oğlunun oğlu) bilgisayar mühendisi Jochen Schrader İstanbul’a gelip beni buldu…
Friedrich Schrader’in Bebek’deki evde büyüyen büyük oğlu Wolfgang Schrader I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı donanmasında genç bir asker ve çevirmenlik yapıyor.
Wolfgang Schrader I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da bahçıvan olarak yaşamını sürdürüyor. Osmanlı askeri iken Yavuz zırhlısına kömür taşıyan bir gemide çalışıyor. Trabzon’da da bulunuyor. Çanakkale’ye de geliyor. Kayzer’in İstanbul ziyaretinde de heyete çevirmenlik yapıyor. O dönem çektiği çok sayıda fotoğraf ve tuttuğu notlar var. Almanya’da 80 yaşına kadar yaşıyor…
Wolfgang 60’lı yıllarda oğlu ile birlikte bir Türkiye seyahati yapıyor… İstanbul’u ve Trabzon’u geziyor..
Almanya’da bir dergiye ‘Boğaziçi çiçekleri ve ağaçları’ üzerine yazdığı nefis bir yazı var…
Wolfgang İstanbul gezisi sırasında ‘Biz o zaman duvarları içinde yaşadığımız bu şehrin dünyanın en güzel beldesi olduğunun farkında değildik…’ diyerek hüzünlü bir nostalji yapıyor…
Friedrich Schrader’in ilk eşinden iki oğlu var… Birisi Wolfgang, diğeri Almanya’da daha genç yaşda ölmüş…
Friedrich Schrader’in ikinci eşi Bulgar pasaportlu bir Yahudi… Ondan bir kızı var…
İkinci eşini 1918’de İstanbul’da terk edip ayrılmak zorunda kalıyor… Kızı ve eşi onun ayrılışından kısa bir süre sonra peşpeşe İstanbul’da ölüyorlar…

Friedrich Schrader hakkında şu anda internette Almanca, İngilizce kaynaklarda daha geniş bilgi var…Merak eden arayıp bulabilir…

Friedrich Schrader, I. Dünya Savaşı’nda Alman militarist politikalara ve ırkçı İttihatçı politikalara da karşı çıkıyor… Almanların teşvik ettiği Ermeni tehcirine karşı gazetede çalışan Ermenileri koruyor… Başı Alman makamlarla derde giriyor… Çalıştığı Almanca gazetede görevden alınıyor… Onu o sırada Osmanlı Müze Müdürü Edhem Eldem koruyor…

Eldem, Schrader işsiz kalınca ona İstanbul’un tarihi eserlerini derleme işini veriyor… Schrader Ermeni bir fotoğrafçı ile bu işi yapıyor…Ancak 1918’de İngilizler Schrader’in Kütüphanesine el koyunca bu değerli çalışma da kayboluyor… Bir Alman gazeteci bu çalışmayı halen Alman Konsolosluğu içindeki Tarihi Alman Arkeoloji Bibliothek’te gördüğünü söylüyor… Ama eser ortaya çıkmadı ve kayıp…

Friedrich Schrader İstanbul’u sevenler için hala zengin bir kaynak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir