Gezgin Sorular

Gezgin Sorular’ın Ekim 2020 Konuğu: Esin Bozdemir

Esin Hanım, gezgin sorulara hoş geldiniz. Malum pandemi dönemindeyiz, şu aralar neler yapıyorsunuz? Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Merhaba, hoş bulduk.

Bütün dünyayı etkisi altına alan korona salgını ile birlikte yaşadığımız pandemi süreci bizi, hayatın ne denli önemli ve her an yitirilmeye meyilli olduğu gerçeği ile yüz yüze getirdi. Yaşam, pamuk ipliği kadar narin ve daha da ince şimdi. Zaman, her zaman değerliydi ancak değeri çoğu kez ‘kaybetmeden’ bilinmezdi. Hoyratça tükettiğimiz o zamanların kıymetini, yeniden gözden geçirme vaktidir.

Hayatın kendisi öğretilerle dolu, yaşadıklarımızdan ders almamız gerekiyor, yoksa biri biter, diğeri gelir, derken bu kısır döngü sürer gider. Bugünleri lehimize çevirmek bizim elimizde. Hayat, sen istersen her yere sığar! İşte pandemi belki de bize, yapmak isteyip de ‘zamanım yok ki?’ gerekçesiyle ertelediklerimizi hayata geçirmek için bir fırsattır! Kendini keşfetmen, yeni bir şeyler öğrenmen için en doğru zamandır. Bardağın hep dolu tarafını görmemiz lâzım.

Pandemi süreci hepimizi olduğu gibi tabi ki ilk başlarda beni de oldukça endişelendirdi. İnsan, hayatı boyunca kaç kez karşılaşır ki böyle bir durumla! “Yüzyılda bir yaşanır denilen ‘pandemi’ geldi bizi buldu. Demek ki var bir hikmeti!” dedim. Daha sonra kurallara uyulursa korkulmayacağını, en çaresiz zannedilen durumlar da dahi insanın, nasıl çareler üretebildiğini düşününce rahatladım. Ve bir kez daha, kendi kendine yeterli olmanın ne denli önemli olduğunu; bunun için beceriler kazanmanın, kendini geliştirmenin, üretmenin zenginliğine inandım. Çünkü bu hayat, sadece nefes almak, yemek, içmekten ibaret değil ki! İçini doldurmadıktan, onu anlamlı kılmadıktan sonra, 100 yıl yaşansa ne olur!

Balıkesir doğumluyum. Hayatımın kısa bir çocukluk dönemi Almanya’da, bir dönemi de eğitim amacıyla Londra’da geçti. Burada dil ve Marketing eğitimi aldım. Okurken aynı zamanda part time çalıştım. Profesyonel iş hayatım ise İstanbul’da özel sektörlerde, satış-pazarlama ve halkla ilişkiler departmanlarında, yönetim kadrolarında oldu. İş hayatım ve dönem dönem de olsa yurt dışı tecrübelerim beni, farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden insanlarla tanıştırdı. Bu yüzden renkli bir hayatım oldu.

Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi, merak edip araştırmayı, öğrenmeyi hep çok sevdim. Çocukluğumu geçirdiğim Almanya’nın Masal Kenti Aschaffenburg ve yaz tatillerimde ailemle birlikte gezdiğimiz yerler hiç aklımdan çıkmaz.

Londra’da öğrencilik yıllarımda hem çalışıp hem okurken, hafta sonlarında da arkadaşlarımla mutlaka bir yerlere giderdik. Öğrenci vizesiyle bütçemizi çok da zorlamadan, hostellerde konaklayarak geçirdiğimiz iki üç günlük geziler, bizim için bir iyi bir doping olurdu. Her gezi artı bir heyecan ve yeni bir şeyler öğrenmek demekti çünkü. Mutlaka o gezilerde yanımda küçük bir not defteri bulundurur, gördüğüm o yerlere ait kısa kısa notlar alırdım. Ayrıca gezdiğimiz ve konakladığımız yerlerden o yeri tanıtan broşürler, kartpostallar ve haritalar almayı ihmal etmezdim. (1990’lı yılların sonları, henüz hayatımızda akıllı telefonlar, dijital kameralar yok tabi.) Böyle birkaç klasör doldurmuşluğum, klasörleri oradan oraya taşımışlığım çoktur. Biriktirdiklerimi de, bir gün yazmayı hep istemişimdir.

Öğrencilik yılları, ardından iş hayatı derken, bir gün yolum, benimle aynı yöne bakan, gezgin bir ruh ve sanatsever bir adamla kesişti. O, hem yoldaşım, hem hayat arkadaşım oldu. Artık birlikte gezip, birlikte keşfediyor; hayatın zor olduğu kadar güzel, kısa olduğu kadar derin, paylaştıkça anlamlı ve kıymetli olduğunun farkında, yürüdüğümüz yollarda bizden küçücük de olsa bir iz, bir söz, bir güzellik bırakmaya çalışarak yaşamımızı sürdürüyoruz.

2009 yılından bu yana blog yazdığınızı görüyoruz ve açıkçası yazılar, blog böyle yazılır dedirten bir şekilde, ayrıca fotoğraflar da bir o kadar harika. Böyle akıcı güzel bir blog yazma fikri nasıl başladı?

Gezip gördüklerimiz, biriktirdiklerimiz sadece bizde kalmasın düşüncesiyle ve eşimin de desteği ile 2009 yılında yazmaya başladığım ‘İzler ve Yansımalar’ blogumda; Anadolu ve Avrupa’dan seyahat rotaları, antik kentler, milli parklar-bahçeler, müzeler, tarih ve doğa, yaşam ve insan, kültür-sanat ve hayata dair yazılar yer alıyor.

Gönülden severek yapılan her şey güzeldir. Blog yazmayı severek sürdürüyorum. Her geçen gün blog yazılarına ilginin arttığını ve okunduğunu görmek ayrıca mutlu ediyor. Sadece blog yazıları değil, fotoğraflar ve videolar da oldukça ilgi görmekte. Yazılar bana ait, fotoğrafların çoğu ise eşimin objektifinden. Özellikle – henüz instagramın hayatımıza girmediği yıllarda – Doğu Anadolu’ya yaptığımız gezilerde gerçekleştirdiğimiz Doğu Ekspresi videolarımız, Haydarpaşa’dan trenler kalkmaz olunca daha da değerli hale geldi. Doğu Ekspresi’ne özellikle son yıllarda gösterilen talepte blog yazılarının katkısı çoktur.

Demem o ki, severek 11 yılı aşkın bir zamandır tuttuğum blog, pandemi sürecinde can yeleği oldu bana. Bunun yanı sıra, resimle de ilgileniyorum ve son dört – beş yıldır resim çalışmalarıma daha da yoğunlaştım. Geçen yıl dünyaca ünlü, pastel ustası Javad Soleimanpour ile atölyede başlayıp sanal ortamda devam eden pastel çalışmalarım bu zorlu günlerde hayatıma artı bir değer kattı.

Pandemide hayatım, kâh yazarak – çizerek, kâh okuyarak – dinleyerek, renklerle iç içe üreterek geçiyor. Anlayacağınız sanat eve pekâlâ sığıyor! Elbette hepimizin temennisi pandeminin bir an önce son bulmasıdır. Her şeyin başı sağlık. Hayat, gerçekten paylaşınca, sevdiklerinizle birlikte gülüp eğlenince çok daha güzel.

Gezilerinizden takip ettiğim kadarıyla antik kentlere ilginiz var. Gezip gördüğünüz antik kentler arasında en aklınızda kalanı hangisiydi?

İnsanlığın ortak mirasıdır doğal ve kültürel varlıklar. Anadolu uygarlıklarının kucakladığı topraklarımız ise ne büyük büyük bir zenginliktir. 2020 yılında güncellenen şekliyle; 78 kültürel, 2 karma ve 3 doğal olmak üzere toplam: 83 eser “Unesco Doğal ve Kültürel Dünya Mirası Listesi’ne girdi.

Antik kentleri görmek başka bir heyecandır! Sizden binlerce yıl önce yaşamış insan elinin değdiği o yerlerde, o günkü şartlarda, hünerli taş ustalarının muhteşem yontularına dokunmak, sanki görülmez bir enerjiyle bir bağ kurmak gibi ve daha pek çok şey hissetmek, anlatılmaz tarifsiz bir duygudur. Öyle kalıcı eserler yapmışlar ki, üzerinden kaç medeniyet geçmiş, kaç çağ!

Antik kentlerde sosyal yaşamı bize gösteren; tiyatrolar, agoralar, kitaplıklar, adalet kürsüleri, mahkemeler, hamamlar, arastalar, şifahaneler, kehanet yurtları, ilim-irfan ocakları, ibadethaneler, yaşama dair ne varsa hepsinin izlerini görebilmeniz mümkündür. Orada felsefenin, sanatın, tıbbın, ilimin, mimarinin topyekûn insanlığın doğuşunu bulabilirsiniz.

Ülkemizdeki antik kentlerin çoğunu görmüşüzdür. Hemen hepsi de aklımdadır. “Söz uçar, yazı kalır” sözü işte tam da buna bir yanıt. Yazmasaydım, yani blog tutmasaydım, her şeyi aklımda tutmam mümkün olmazdı. Görselleriyle, hikâyeleriyle birlikte seyahat notlarımı yazdığım ‘İzler ve Yansımalar’ bu yüzden anılarımı da, resim hafızamı da sürekli canlı tutuyor. Hem kişisel tarihimize not düşmek, hem de kendi penceremden gezginlere, merak edenlere birer rehber olması açısından, “iyi ki blog tutmuşum ve iyi ki blog dünyası var!” diyorum. Gezdiğimiz yerleri özledikçe ben de gerek takip ettiğim blog sayfalarında, gerek kendi sayfamda satırlar arasında geziniyor ve bir kez daha yolculuklara çıkıyorum. Sonra, “ne çok yer gezmişiz!” diyorum. Gezilerin öncesinde ve sonrasında “ne çok araştırmış ne çok okumuşum!” Gezeceğimiz yerlerle ilgili mutlaka bir ön araştırma yaparım çünkü. Kaynak kitaplar edinirim. Ama hâlâ yazılmayı bekleyen destinasyonlar, antik kentler var. Onların yükü üzerimde. Temennim, hepsini tamamlamaktır.

Antik Çağın Metropolü Pergamon, Parşömenin Kenti’dir. Konumu muhteşemdir. Helenistik dönemin en büyük ve en dik tiyatrosu burada kurulmuştur. Hemen alt tarafında yine Antik kentin şifa merkezi Asklepion yer alır ki, burası dönemin ünlü hekimlerinin yetiştiği bir tıp okulu ve dünyanın ilk psikiyatri hastanesi olarak da tarihe geçmiştir. Tarihte ilk defa su sesi, müzik ve psikoterapi ile tedavi Asklepion’da yapılmıştır.

Adını Dünya Mirası Listesine altın harflerle yazdıran; kentleşme ve mimarlık tarihine, din tarihine ışık tutan yapılarıyla, tarih öncesi dönemden -Helenistik, Roma, Doğu Roma, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı dönemleri boyunca- yaklaşık 3 bin yıl kesintisiz yerleşim gören; Ephesos Antik Kenti Artemis Tapınağı, Celsus Kitaplığı, Hadrinaus Tapınağı, Arkadius Caddesi, tiyatro ve Yamaç Evleriyle mutlaka görülmelidir.

Macellum adıyla bilinen Marketlerin Atası, Perge Antik Kenti’ndedir. Araştırmalar, Türkiye’de varlığı saptanan 22 adet Macellum olduğunu gösterir.

Adalet arıyorsan Priene’ye git” derler. Priene, yaşadığı çağa damgasını vuran, uygarlık tarihinin ilk müzakerecisi ve adaletin temsilcisi Bias’ın kentidir.

Didim Apollon Tapınağı bir Kehanet Mabedidir.

Antik çağın Akdeniz’deki ilk önemli liman kentlerinden biri olan Korykos Antik Kenti, yaygın bilinen adıyla ‘Kızkalesi’ bölgede başka bir örneği bulunmayan, ilk deniz ve kara kalesinden oluşan savunma sistemiyle güvenli bir şehircilik modelidir.

Aspendos Antik Kenti ve Tiyatrosu son derece görkemlidir.

Güzel Atlar Ülkesi’ Kapadokya ve Göreme Milli Parkı,
Troia Antik Kenti
 bir efsanedir.

Mersin’in Erdemli İlçesi’nde Şeytan Deresi olarak da anılan vadinin dik yamaçlarındaki ‘Adam Kayalar’ başlı başına bir sanat eseridir.

Pamukkale Hierapolis , Karya ve Likya Kentleri; Simena, Phaselis , Kaunos, Myra, Olympos… ilk aklıma gelenler.

Kaya Mezarları ise birer ‘Ölümsüzlük Evleri’ dir. Antik kent ve çevresinde gördüğümüz kaya mezarlarından etkilenmemek ne mümkün! Telmessos’ta, Pınara’da, Myra’da, Priene’de, Olba’da, Kaunos’ta, sayısız onlarca ölümsüzlük abidesi mezarlar var.

Gördüğümüz antik kentlerin çoğu, mimari özellikleri, konumları ve tarihiyle kayda değer ve görülesi yerlerdir. Hangisini saysam, hangisini söylesem!

Dağların, yaylaların ve onların vadilerinde akan suların çevresindeki yaşam alanları binlerce yıl boyunca halkların yerleşim ve geçim kaynağı olmuş. Gerçekleştirdiğimiz onlarca antik kent gezisinde; kâh dağların yamaçlarında, kâh vadilerde ve sarp kayalıklara kurulmuş olan o yaşam alanları hep ilgimizi çekmiştir. Özellikle dağlık alanlardan kıyılara doğru uzanarak, ucu denizde genişleyip biten ve barındırdığı zengin biyolojik zenginliği ile Lykia Kentleri bizi fazlasıyla etkilemiştir.

Bu kentler içinde; Pınara, Termessos ve Arykanda muhteşemdir.

Seyahat edeceğiniz bölgeyi nasıl seçersiniz? İlginizi ne çeker?

İnsan önce, kendi yaşadığı toprakları tanımalı diye düşünürüm. Kültürlerin harman olduğu, medeniyetler beşiği Anadolu, köklü mirası, doğası ve dört iklimi yaşayan muhteşem coğrafyasıyla çok özel topraklar. Kıymetini bilmemiz gerek.

Geleneğiyle, göreneğiyle, folkloruyla, sazıyla, sözüyle, şivesiyle, tarihi ve coğrafi zenginliği ile yurt edindiğimiz bu toprakları, yani öz kültürümüzü yakından tanımak ve görmek için ‘Önce Anadolu’ dedik. Ve önce ‘biz’ demek için, birleşen iki ayrı dünyanın ana yurdundan başladık. Ne de olsa birimiz (batı) Marmara, birimiz Doğu idik. Ben, daha önce hiç ayak basmadığım diyarları görmenin heyecanı içinde, eşim ise yıllar sonra çocukluğu ile buluşacak olmanın özlemiyle, ilk yolculuğumuzu Doğu Ekspresi ile Anadolu’ya yapmıştık.

Ardından Marmara, Ege, Batı Karadeniz, Akdeniz’e geziler gerçekleştirdik. Tamamı olmasa da ülkemizin yüzde yetmişini gezmişizdir.

Gezilerimizde doğa da, kültür de, tarih de var. Kahverengi tabelaları seviyoruz. Antik Kentler, Ören yerleri, Milli Parklar, Müzeler kadar, insan hikâyeleri barındıran ilginç adresler ve rotalar da ilgi alanımızı oluşturuyor. Tabi ki o yörenin lezzet duraklarından da nasibimizi alıyoruz.

 

Türkiye’de gezdiğiniz yerler arasında hem göze hem de özel tatlara hitap eden bir yer oldu mu?

Eski Foça’da Kozbeyli Köyü’nde içtiğimiz dibek kahvenin, İznik’te göl kıyısında yediğimiz şişte pişirilmiş yayın balığının, Safranbolu’da yediğimiz safranlı zerdenin, Trabzon’da içtiğimiz kara lahana çorbasının, Giresun’un fındık ezmeli, üzeri kaymaklı sütlü tel kadayıf tatlısının tadı hâlâ damağımdadır.

Anadolu mutfağı, her yöresiyle oldukça zengin. Tek bir yer belirlemek zor. Gezdiğimiz yerler içinde; Amasya, Trabzon, Safranbolu mutfağı oldukça güzeldi.

Şu pandemi dönemi bir bitse de ilk fırsatta gidip görmek istediğiniz bir yer var mı?

Koskoca Dünya! Yurt içinde ve yurt dışında, gidip görmeyi istediğimiz çok yerler var daha! Tarih ve kader ortaklığı yaptığımız sınırlarımızdaki komşu ülkeleri, Uzak Doğu’yu, Hindistan’ı, Latin Amerika ülkelerini ve tabi ki kendi topraklarımızda da hâlâ görmek istediğimiz yerler var. Anadolu’muz bir derya! Gez gez bitmez. Ama bunu; ‘pandemi bitince ilk fırsatta gidelim!” diye düşünmedim hiç. Önce normal hayatımıza bir dönelim isterim.

Sosyal hayatın yanı sıra yönetimiyle, ekonomisiyle pek çok sektör bu süreçten etkilendi çünkü. Biraz zamana yayalım. Ve gelecek günler neler gösterecek bekleyelim.

Hasankeyf’i görebilmeyi çok isterdim ne yazık ki artık çok geç! Bu sorunuza yanıtım, tarih boyunca onlarca medeniyete ev sahipliği yapan, Türkiye’nin en güneyinde yer alan Antakya olacak. Renkli kültürüyle, tarihiyle, doğasıyla, lezzet duraklarıyla Antakya çekim alanımda. Bu çağrıyı görmezden gelemeyiz. Belli ki anlatacakları çok.

Avrupa’da gezdiğiniz yerler arasında önereceğiniz 3 yeri sorsak nereleri söylerdiniz?

İsviçre, Montrö
Fransa, Nice
Portekiz, Lizbon

Gezdiğiniz yerler arasında çok farklı destinasyonlar var. Hayalini kurduğunuz rotayı gerçekleştirdiniz mi? Yoksa o hep bir köşe de duruyor mu?

Hayalini kurduğumuz rotalar var tabi ki. Bir yeri tanımak için orayı sokak sokak yürüyerek gezmek ve bunun için de yeterli zaman ayırıp ve mümkünse orada birkaç gün de olsa konaklamanız gerekir. Ancak her gezi türünün yeri ayrıdır yine de. Gemi seyahatleri kadar, trenle yapılan seyir halindeki yolculuklar da ayrı bir keyiftir.

Sibirya Ekspresi” ile Moskova‘dan kalkıp, uçsuz bucaksız Orta Asya bozkırlarını ve Sibirya‘yı boydan boya geçeceğimiz bir tren yolculuğu. Gemi konaklamalı Büyük İskandinavya Fyordları Ayrıca Küba ve Meksika görmek istediğimiz yerlerdir.

Hayal kurmak da, gezmek de sonsuz. Ömrün bir sınırı var, hepsini gerçekleştirmek mümkün olamasa da yine de hayal kurmak çok güzel. Çünkü her şey hayal kurmakla başlıyor, bu isteğiniz ne kadar kuvvetliyse gerçekleşmesi de o kadar çabuk oluyor.

Son olarak röportajı okuyanlara neler söylemek istersiniz?

Yollar her zaman sürprizlerle doludur. Neşeli olduğu kadar çetin, düz olduğu kadar diktir, yine de hayallerinizin peşinden koşmaktan, güzel anılar biriktireceğiniz yolculuklara çıkmaktan vaz geçmeyin. Yaşarken heybenizi doldurun. Hayat kısa ve her şeye rağmen yaşamak güzel şey.

gezgin sorular / ekim 2020

Esin Bozdemir

izlerveyansimalar.blogspot.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir