Gezgin Sorular

Gezgin Sorular’ın Temmuz 2014 Konuğu: Tarih düşkünü bir gezgin Mustafa Cambaz

“gezgin sorular”ın yeni konuğu tarih düşkünü bir gezgin Mustafa Cambaz…

 

mustafa_cambaz_6

Mustafa bey, gezgin sorulara hoşgeldiniz. Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Merhabalar. Çocukluğum doğduğum yer Yunanistan’da geçti. Eğitim hayatıma devam etmek için Türkiye’ye geldim. O günden beri de buradayım. Sonraları tarih ve güzel sanatlara ilgimin artacağını bilemediğim için gazetecilik okudum. Mezuniyetimin ardından uzun yıllar ticaretle uğraştım. İflas edince de zorunlu olarak mesleğime döndüm. Muhabirlik yıllarımda gazetecilik kaygısıyla her şey ilgimi çekiyordu. Sıradan bir yapı, yarın burada bir yangın çıkabilir ve binanın yangın öncesi fotoğrafı lazım olabilir veya şu kamu binasında bir yolsuzluk yapılır ve fotoğrafı lazım olabilir ya da ayakta zor duran şu tarihi bina veya çeşme bir gün kazara (!) bir inşaat makinesinin kepçesine çarpar ve yok olup gider düşünceleriyle gördüğüm her şeyi çekmeye başladım. Gezmeyi de çok seven bir insan olduğum için zamanla yabana atılmayacak bir arşivim oluştu. Bu arşivi daha da zenginleştirmek için boş kaldığım her anı değerlendirip fotoğraf çekerken, kayıt fotoğrafçılığı yapmaya karar verdim. İstanbul başta olmak üzere gittiğim her yerde öncelikle camiler olmak üzere tarihi eserleri kendimce kayıt altına almaya başladım.

Şunu açıkca söyleyebilirim ki bizde tarihi mekanları fotoğraflıyoruz. Çektiğimiz camileri, medreseleri bloğumuza koyarken ilk önce Mustafa Cambaz çekmiş mi? Ne yazmış? Mutlaka bakarız. Tarihi mekanları çekip tanıtma fikri sizde nasıl oluştu?

Tarihe karşı biraz fazlaca ilgiliyim. Lise yıllarımda Edebiyat öğretmenin Gümülcine’deki Yeni Camii içinde yer alan İznik çinileri ve Gümülcine Saat Kulesi’nin kitabesini çekmemi istemişti. İsteğini yerine getirirken Yunan polisi tarafından engelllendim. Bu engel beni dürttü. Kitabelerin sadece üzerinde bulunduğu eserin değil, bir toplumun nasıl kimliği haline geldiğini, tarihi eserlerin dünya kültür mirası ve medeniyetler açısından ne kadar önemli olduklarını gördüm. Camilere karşı da özel bir ilgim vardı. İstanbul Camileri ile ilgili en büyük kaynak Hadikatü’l Cevami isimli bir kitaptır. Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi, 1768 yılına kadar İstanbul’da yapılan bütün camileri teker teker dolaşarak haklarında bilgi toplayıp bu kitabı hazırlamış. Adam o yılların imkanlarıyla bunu yapmış, ben de aynını yapabilirim deyip yola çıktım. Camileri fotoğraflarken, medreselere, mekteplere, hamamlara, çeşmelere, sadaka taşlarına, kuş evlerine, kısaca mimari olarak ne varsa hepsine karşı ilgi duymaya başladım. Araştırdıkça merağım arttı ve İstanbul dışına taştı. Zamanla alanında uzman sanat tarihçileri ve kültür tarihçileriyle dostluklar kurdum. Onlardan öğrendiklerim de beni yönlendirdi.

mustafa_cambaz_2

Türkiye’nin birçok yerinden cami fotoğraflarınız var. Birbirinden güzel kadrajlanmış bu camiler arasından mimarisine hayran kaldığınız 5 camiyi sorsak nereleri söylerdiniz?

Mimarisine ya da süslemelerine hayran kaldığım çok cami var. Aralarında seçim yapmak güç. Mimar Sinan’ın yaptığı Sokullu camilerini ve amiral camilerini çok severim. Koca Sinan’ın, amiral camileri ve Sokullu camilerine ayrı bir özen gösterdiğine inanırım. İstanbul’daki Kılıç Ali Paşa, Piyale Paşa ve Sinan Paşa camileri, yine İstanbul’daki Kadırga Sokullu Camii ve Lüleburgaz Sokullu Külliyesi gibi… Genel olarak Sinan eserlerini severim ama iç mekanlarındaki süslemeleriyle sultan camilerini kıskandıracak özellik ve güzellikte olan küçük mescitler de çok ilgimi çeker. Mesela Topkapı’daki Takkeci İbrahim Ağa Camii gibi. İllâ bir sıralama yapacaksak bir numaram hiç tereddütsüz Süleymaniye’dir. Selimiye’nin Osmanlı mimarisinin doruk noktası, dünya mimarlığının da en önemli eseri olduğu bilinir ama ben Süleymaniye’yi daha çok seviyorum. Koca Sinan bu camide bütün yapım tekniklerini alt üst etmiş. Araştırdıkça bu camiye hayranlığım artıyor. Uzaktan bakıldığında ulu bir dağ gibi ahenkli bir şekilde göğe yükselen haşmetli görüntüsü, külliye birimlerinin araziye yerleştirilmesindeki ustalık, minarelerin birbiriyle ve kubbeyle olan orantıları, mimari unsurlarındaki biçim zenginliği başka hiçbir camide yok. Hiç aşağıya inmeden 7 saat kubbelerinin üzerinde kaldığımı bilirim. İkinci camim serhad şehrimizin hakimi, zarafet ve sükûnet abidesi Selimiye’dir. Üçüncü camim de Edirne’den. Osmanlı’dan günümüze ulaşmış en eski anıtsal yapı Eski Camii. Çok ayaklı ve çok kubbeli camiler grubundan olan bu yapı, Bursa Ulu Camii’ne benziyor fakat teknik olarak ondan ileri olduğu kabul ediliyor. Bursa Ulu Camii’nde olduğu gibi burada da ayaklar ve duvarlar büyük hatlarla süslenmiş. Benim bu camide en çok ilgimi çeken ise kubbe ve kemerleri taşıyan ayaklarıdır. Bu kalın kesitli ayaklar zemine öyle sağlam basıyor ki, insanda sanki cami bulunduğu yerde sonsuza kadar var olacakmış hissini uyandırıyor. Dördüncü camim yine bir çok ayaklı yapı, Beyşehir Eşrefoğlu Camii. Dışarıdan bakıldığında gösterişsiz olan bu caminin beni etkileyen yanı, Edirne Eski Camii’de olduğu gibi iç mekânı. Ahşap kolonları, kalem işçiliğiyle süslenmiş ahşap tavanı, kündekâri minberi, ve çini mihrabıyla özgün bir eser. Beşinci camim, Kastamonu’nun küçük bir köyünde, küçük bir eser. Dış görüntüsüyle tipik bir köy camisi fakat iç yapı süslemeleri ve tarzıyla sadece Türkiye’nin değil, dünyanın nadir ahşap eserlerinden sayılıyor. Çivi kullanılmadan bindirme tekniğiyle yapılan bu cami, 650 yıldır ilk günkü gibi ayakta kalan gerçek bir şaheser.

Sitenizden gördüğümüz kadarıyla 30.000’e yakın yer ve mekanı fotoğraflamışsınız, bu fotoğraflar arasında en çok beğendiğiniz yapı veya mekan hangisiydi?

Gezdiğim yerlerde beni en çok etkileyen mekân Urfa’daki Balıklıgöl ve çevresi oldu. Urfa, insanoğlunun uygarlık serüvenini yaşadığı bir kadim şehir. Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Eyyüb, Hz. Şuayp, Hz, Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bölge. Tam bir peygamberler şehri. Çok farklı bir manevi atmosferi var. Hz, İbrahim’in doğduğu ve ateşe atıldığı mekânı fotoğraflamak cok heyecan verici.

mustafa_cambaz_3

Mustafa bey, hayalinizde kurduğunuz yurtiçinde ya da yurtdışında fotoğraflamak istediğiniz bir mekan var mı?

Olmaz mı? Yurt içinde gidemediğim bir çok şehir var. En çok merak ettiğim Divriği Ulu Camii, Diyarbakır Ulu Camii ve Payas Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi’ni henüz fotoğraflayamadım. Kısmetse bu yaz üçüne de gideceğim. Yurt dışında da Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s- Sahra ile İspanya’da Elhamra Sarayı ve Kurtuba Cami-i Kebir’ini fotoğraflamayı çok isterim.

Türkiye’nin birçok noktasından tarihi mekanları çektiğinizi görüyoruz. Yurtdışı içinde böyle bir planınız var mı?

İran, İspanya ve Kudüs’te gezip çekmek istediğim çok mekan var. İlk fırsatta buralara gitmeyi düşünüyorum.

Gezi planınızı nasıl oluşturuyorsunuz?

Plan yapmayı pek sevmem. Uymak zorunda olduğum programların dışında planlı, programlı bir yaşantım olmadı. Hayatım boyunca her şeyim spontane gelişti diyebilirim. Mesleğim gereği yurt içinde bir çok yere gitme imkanım oluyor. Ben de bunu değerlendiriyorum. Yaz tatilimi kesinlikle tek yerde geçirmiyorum. Eşim ve oğlum da benim gibi farklı yerleri gezip görmeyi seviyor. Her yıl farklı bölgelere gidiyoruz. Sadece bu tatiller için kaba bir planımız oluyor. Mesela Karadeniz turu için yola çıkmadan önce güzergâhı belirliyoruz. Dediğim gibi bu da kabaca oluyor. Sinop’tan Artvin’e deyip İstanbul’dan ayrılıyoruz. Yeni keşifler için yoldan çıkmak lazım felsefesini benimsediğimizden güzergâhımız sahil boyunca düz devam etmiyor. Araya ilçeler, köyler giriyor. Dolayısıyla zikzaklarımız çok oluyor.

Yakında planladığınız bir tur var mı?

Evet var. Doğu’da henüz çalışamadığım yerler var. Bu yaz oralara gitmek istiyorum.

Seyahat sıklığınız nedir?

Belli periyotlara bağlı seyahatlerim olmuyor. Bazen bir ay içinde iki- üç defa, bazen de üç- dört ayda bir çıkabiliyorum. Ancak yakın yerler anlamında her ay mutlaka İstanbul dışına çıkıyorum. Uzun zamandır İstanbul’un tarihi çeşmeleriyle ilgili bir çalışmam var. Şehri sokak sokak taramam gerektiği için İstanbul içinde boş kaldığım her anı değerlendiriyorum.

mustafa_cambaz_4

Farzedelim ki siz bizim rehberimizsiniz ve bizde yeni gezgin adaylarıyız. Bize nasıl bir gezi planı oluştururdunuz?

Geçen yıl yaptığımız geziden büyük keyif aldım. 15 günde 4 bölgeden 14 şehri gezdik, 4 ülke sınırını gördük. İsterseniz biraz detaylandırayım. İlk durağımız, yol üzerinde bir- iki saatlik Merzifon kaçamağından sonra Amasya oldu. Amasya çok farklı bir yer. Selçuklu ve Osmanlı eserlerini başka hiçbir şehirde burada olduğu kadar bir arada göremezsiniz. Bu yüzden biz çoğu turumuzda Amasya’ya yer veririz. Sonraki duraklarımız Tokat Niksar kaçamağının ardından Erzincan ve Erzurum oldu. Genellikle her durakta bir gece konaklarız ancak şehir büyük ve çevresi doğa veya tarih anlamında zenginse oraya iki gecemizi ayırırız. Erzurum’da da böyle oldu. Kars güzergâhımız üzerindeydi ancak daha fazla yer görebilmek için Sarıkamış’a Erzurum’dan gittik. İkinci günün ardından Ağrı yoluna düştük. Burada da bir gece konaklamayı düşünüyorduk ancak gidip görenler hak verecektir, bizi tutacak hiçbir şeyi olmadığını görünce şehri transit geçerek Doğubeyazıt’a gittik. İshak Paşa Sarayı keyfi ve Iğdır kaçamağı ardından Kars durağına geldik. Kars ve Ani Harabeleri keşfinden sonra Ardahan’dan transit geçişle yeşile kavuştuk. Yani Artvin’e ulaştık. Bu turu yazın en sıcak ayı Ağustos’ta yapmıştık. Doğu Anadolu’nun kupkuru görüntüsünün ardından yeşil hayattır gerçeğini iliklerimize kadar hissettik. Kafkasör Yaylası keyfinden sonra dere kenarları ve yamaçlardaki köy, ahşap cami, şelale ve yayla ziyaretleriyle devam eden turumuzun sonraki durakları Rize- Çayeli ve Giresun oldu. Dört günlük Karadeniz gezimizin ardından uzun bir yolculuk yapıp İç Anadolu’da Ilaz Dağları ve Çankırı’da konakladık. Turumuza bir de manevi boyut katalım deyip son durağımızı Akşemseddin diyarı Göynük yaptık. İstanbul’a döndüğümüzde Edirne’den Kars’a esprisini yakalayalım diye bir günlüğüne de Edirne’ye gittik. Böylece 15 günde Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan olmak üzere 4 ülke sınırını zorlamış olduk. Arabada beş kişiden oluşan iki aileydik. Tur boyunca yaklaşık sekiz bin kilometre yol yaptık. Normal otellerde konakladık. Kişi başına hasap edince 15 günde harcadığımız para, belli bir tatil yerinde bir hafta konaklama ücretinden çok daha azdı. Eğer arabanızla çıkıyorsanız aynı gezi güzergâhını şiddetle önerebilirim.

Son olarak bu röportajı okuyan takipçilerimize neler söylemek isterdiniz?

Tam pansiyon saçmalığına kanıp da tatilinizi bir otele tıkılarak geçirmeyin. Bol bol gezin. Seyahat insanı arındırıyor. Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak insanın ufkunu açıyor. Gezmek öyle zannedildiği gibi pahalı bir şey de değil. Bulunduğunuz yerde harcadığınız parayla veya onun biraz üzerinde bir miktarla bir çok yeni yer görür ve zamanı dolu dolu yaşarsınız. Hayattan daha çok zevk almak istiyorsanız yollara düşün ve arada bir yoldan çıkın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir