Seyhan Hanım, gezgin sorular’a hoş geldiniz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Merhaba. 1985 İstanbul doğumluyum ve İstanbul’da ailemle birlikte yaşıyorum. Özel bir şirkette Satış Operasyon sorumlusu olarak çalışıyorum. Seyahat, fotoğraf, sinema ve müzik dörtlüsü beni ben yapan ana unsurlar. Yerimde duramayan, sürekli yollarda, orada, burada olan biriyim. Zaman, insanoğlu yaşamında en değerli hazine olduğu için zamanı, olabildiğince iyi kullanırım. O yüzden ‘’boş vakit’’ kavramını kabul etmeyen biriyim
Sizi yollara düşüren fikir nasıl oluştu?
2009 yılında henüz 24 yaşındayken ‘’Artık bir şeyler yapmanın, bir yerlere gitmenin, oralarda neler oluyor sorusunun cevabını bulma vaktidir.’’ dedim ve hiç tanımadığım bir grupla ilk defa kamp serüvenini tadacağım Yedigöller’e gittim. O günden sonra ben değişmiştim ve gelecekteki ‘’ben’’bundan fena etkilenecekti. Sonra 2010 yılında bir ‘’ihtiyaçtan’’ çok yollarda olmak beni ben yapan en çok zevk aldığım hobi oldu. Üzerine de arkadaş baskısı ile gezdiğim yerleri anlattığım, çektiğim fotoğrafları yayınladığım gezmeninsonuyok.blogspot.com adında bir blog açtım. 2011 yılından itibaren orayı da güncel tutmaya çalışıyorum.
Blogunuzdan gördüğümüz kadarıyla yaylalara karşı özel bir ilginiz var sanırım. Yaylada gezmek oranın havasını almak nasıl bir duygudur?
Evet. Zaten ilk yollara düşmeye başladığımda gittiğim yerler doğal güzellikler olmuştu ve ağırlıklı olarak öyle de devam etti. Yaylalara ilgimin olması, doğal güzellikleri sevmemin yanında bir de anne tarafımın Karadenizli olmasından dolayıdır. Yaylalarda olmak tarif edilemez. Ben blogumda bir şeyler anlatmaya çalışıyorum gördüğüm ve hissetiklerim üzerine ama orada olmadan kimse bir şey anlayamaz. Benim için kendimi bulduğum, yaşadığımız dünyadan uzaklaştığım ve evrenin kusursuz güzelliğine tanık olduğum yerlerdir.
Sinemaya’da ayrı bir ilgi gösterdiğinizi Uzak Doğu Sineması adlı diğer blogunuz anlıyoruz. Peki neden Uzak Doğu Sineması?
Sinemaya ilgim Üniversite yıllarında başladı. Önce klasik, herkesin gördüğü kült filmlerle başladım. Sonra sinema çeşitlerine daldım Avrupa sineması, Fransız, Amerikan bağımsız, İran sineması derken kendimi Uzakdoğu’da buldum bir dönem. Blogu açtığım senelerde sadece Uzakdoğu, özellikle Japon ve Güney Kore sinemasına ait örnekler izliyordum. İzledikçe de yazmaya çalışıyordum ama biraz üşengeçlikten olsa gerek yazmayı bıraktım. Son 2 yıldır da Uzakdoğu sineması adına çok iyi bir iş izlediğimi de söyleyemem. Neden Uzakdoğu dersek ben ufakken Uzakdoğu denilince aklımıza sadece vurdulu, kırdılı şeyler geliyordu. Bunun çok ötesinde bir endüstri olduğunu gördüm ve esasında günlük hayatta karşılaştığımız vakaları, komşumuzun, eşimizin dostumuzun başına gelen iyi veya kötü olayları ele alış biçimleri, yönetmenlerin zekası, kullanılan kamera açıları ve oyunculuklar beni Uzakdoğu sinemasına çeken yönlerdi. Özellikle düşük bütçeli filmlerle harikalar yaratıp 90’lı yılların sonunda Dünya Sineması içerisinde yer almaları ciddi bir adım. Tabi bir de Uzakdoğu ülkelerinin tarihini, geçmişini, kültürünü merak etmem de bu türü daha çok izlememdeki diğer etkendir.
Gezdiğiniz yaylalar arasında sizi en çok hangi yayla etkiledi. Ayrıca çok gitmek görmek istediğiniz bir yayla var mı?
Şu ana kadar yaklaşık 10 Yayla gezdim. Kesinlikle Rize’de bulunan Pokut Yaylası favorim. Diğer yaylalardan çok çok farklı ve aşağıdaki görüntünün hala gerçek olamayacak kadar güzel olması karşısında şaşırıyorum. Pokut’ta zamanın bir önemi yok. Sebepsizce ve saatlerce oturup dağların haşmetli görüntüsü nezdinde bulutların dansını izlemek anlatılmayıp, yaşanacak anlardan en önemlisi. Ovit ve Kavrun Yaylalarını görmek istiyorum. 2016 yılında yine 5-6 yayla görebileceğim bir gezi düşünüyorum.
Türkiye’de ve Dünya’da birçok noktaya gezileriniz olmuş. Anılarla dolu keyfine doyamadığınız bir seyahatiniz oldu mu?
Her gezinin kendi içerisinde unutulmaz anları elbette var. Ama benim için Küba seyahati oldukça farklı, eğlenceli, fotoğraf dolu ve zaman kavramını unuttuğum bir gezi oldu. Mesela ben gittiğimde internete sadece bazı otellerde para ile girilebiliyordu. Ben de 10 gün internete girmeyeyim ne olacak ki dedim. 10 gün boyunca ne internet, ne haber, ne telefon, ne bir şey. Gerçek Dünya ile kopmak güzel bir duyguydu. Özellikle çektiğim fotoğraflara bakınca ‘’iyi ki gitmişim’’ diyorum.
Gezeceğiniz ülkeleri ve şehirleri seçerken hangi özelliklerine göre karar veriyorsunuz?
Öncelikle Avrupa denilince akla ilk gelen Ülkeler ve şehirler listem var. Onlar hakkında ufak araştırmalar yapıp, nereye kaç gün gerekir, ne zaman gidilir gibi bilgileri ediniyorum. Şehir gezisi yanında gideceğim yerde parki bahçe, doğal alan var mı yok mu onlara dikkat ediyorum. Çünkü şehir gezisi, müze gezisi beni 2. bilemediniz 3. Günden sonra sıkıyor. Bazen fotoğraf için geziyorum bazen tam tersi fotoğraf makinesini çıkarıp tek kare çekmeden döndüğüm yerlerde oluyor.
Seyahatleriniz ne sıklıkla oluyor? Mevsim koşulları bu seyahatlerinizi etkiliyor mu?
Hemen hemen her ay bir yerlerdeyim. Bazen ayda 2-3 seyahatim oluyor. Türkiye ve yurtdışını dengeliyorum bir şekilde. Geçen sene 1 yıllık shengen vizesi aldığım için fırsat bu fırsat deyip merak ettiğim ülkelere kampanya zamanında epey bilet aldım. Ben Yaz mevsiminde gezmeyi sevmiyorum. Yaz mevsiminde Karadeniz’e kaçıyorum direk. O yüzden Yaz mevsimi haricinde diğer mevsimlerde daha çok geziyorum. Kış mevsiminde gerçekten kış mevsiminin yaşandığı yerlere gitmeyi seviyorum. Mesela Kars ve Ağrı’ya gittim Kış mevsiminde oraları merak ettiğim için. 2016’da da kısmetse Norveç’e gideceğim.
Dünya’da veya Türkiye’de gidip gördüğünüz şehirler arasında aklınızın kenarında kalan ve mutlaka bir gün tekrar görmek istediğiniz bir yer veya mekân oldu mu?
Türkiye’de Karadeniz bölgesine aşığım. Defalarca gittim ve gitmeye de devam ediyorum. Yurtdışında ise bir çok şehir favorim elbet ama “bir kere gittiğim yere bir daha gitmem.” prensibim var. Çünkü Hayat o yeri ikinci defa göremeyecek kadar kısa olabilir
Bir Seyahat Emekçisi olarak gezgin olmak size neler kattı?
Bu konuda söylenecek çok şey var. Ama kesinlikle beni %100 değiştirdi diyebilirim. Çünkü ben tipik bir Türk ailesi kalıplarında büyüdüm. Bir de Kız çocuğu olarak büyüdüğümü düşünürsek oldukça korumacı bir aile yapısında büyüdüm. Kendimi bulmam, sınırlarımı keşfetmem, burun büktüğüm bir çok şeyle barışmam, “evet ben yapabiliyorum”u görebildim. Geçe seneki Seyhan bile değilim baktığınızda. Çekingen bir yapım vardı onu bir nebze de olsa attım üzerimdem seyahat ile haşır neşir olunca. Çok yönlü bir insan olmamı, sorunlarla baş edebilmeyi, sınırlarımı keşfetmeyi öğretti seyahat bana.
Seyhan’ın hayalinizde kurduğu bir gezi güzergâhı var mı?
Çok var. Ama ilk başta Norveç’i baştan aşağı her karesini, köşesini görmek istiyorum. Bir de Türkiye’deki tüm yaylaları görmek gibi bir planım var.
Yakınlarda bir gezi planınız var mı?
Ekim ayında kısmetse 4 günlük bir Portekiz gezisi ve 2 günlük bir Antakya gezisi var.
Son olarak röportajı okuyan takipçilerimize neler söylemek isterdiniz?
Seyahat etmek sanıldığı kadar zor ve maliyetli değil. Keşfetmeye yaşadığımız yerden bile başlayabiliriz. Yeter ki o tutku o istek içimizde olsun. İnsanoğlunun isteği olduğu sürece yapamayacağı bir şey yok. Bir çok Türk insanı emekliliğini bekliyor gezmek için. Bence yıllarını boşa geçirmesinler, hayatları rutine bağlayınca İnsan çok sıkıcı bir döngüye giriyor ve erken de yaşlanıyor Genç ve sağlıklı iken gezin, hayatın keyfini çıkarın diyorum.
Seyhan’ın hakkında ufak bir bilgi daha,
Yukarıdaki fotoğraflardan da görüldüğü üzere çok başarılı bir
fotoğrafçı olan Seyhan, bu fotoğraflarındaki başarısını kimi zaman bir
kitap kapağında, kimi zaman ise “National Geographic Türkiye”
dergisinde görebilirsiniz. Geçtiğimiz ay dergi tarafından yayınlanan
”en iyi 50 fotoğraf” arasında olması bunların bir kanıtı. Seyhan’ın
fotoğraflarını bundan sonra birçok dergi kapağında veya yarışmalarda
derece almış görebiliriz.
gezmeninsonuyok.blogspot.com
instagram.com/seyhanahen
500px.com/Dreamtage