Gezgin Sorular’da artık yeni bir parantez açıyoruz. Bundan sonra Gezi maceralarını kitaba dönüştürmüş gezginler ile de röportajlarımız olacak. İlk konuğumuz Selma Soyak.
Selma Soyak, eşi Hüseyin Pelit’in vefatının ardından, birlikte çıktıkları karavan gezilerinin derlemesi olan “Rüzgârın Getirdikleri” 1, “Rüzgârın Getirdikleri 2” ve “Rüzgârın Getirdikleri 3″ü yayınlamaya karar vermiş ve Hüseyin Bey’in hayalini gerçekleştirmiş. Bir gün, gezgin rehberler ekibi olarak en büyük hayalimiz olan karavan gezilerini gerçekleştirmeyi diliyor ve Selma hanımla, karavancılık ve kitapları üzerine sohbetimize başlıyoruz.
Selma hanım öncelikle bizi kırmayarak bu sohbeti gerçekleştirdiğiniz için size tekrar teşekkür ederiz. Şöyle uzun uzun konuşalım, keşke daha önce sizi ve Hüseyin bey’i tanımış olsaydık kısmet değilmiş. Hüseyin bey’in karavan yolculuğu nasıl başlamış? Kendisinden bahseder misiniz?
Hüseyin babasının Ankara Belediyesi fen işleri müdürü olması nedeniyle ailesini Ankara’ya yerleştirmesi sonucunda Orta Okul ve lise eğitimini Ankara’da tamamlıyor. Tarih hocası Refet Angın ile bütün okul gezilerine katılan Hüseyin, Anadolu’yu tekrar karış karış gezmeye başlamış, günün deyimi ile idman hocası Tahir Altın’ın disiplinli öğretimi sırasında kampçılığa merak sarmıştır. İlk kampçılık deneyimi 1959 da henüz 17 yaşındayken babasının aldığı motosiklet ile üç arkadaş evden kaçıp Ankara’dan İstanbul’a 17 günde dura kalka geldikleri, evlerinden aldıkları eski çarşafları birbirine dikerek çadır olarak kullandıkları, tarlalarda, yol kenarlarında yattıkları, teneke taslarda yemek yedikleri bir gezidir. 1960 yılında motorlu araç ehliyeti alan Hüseyin artık bisiklet, motosiklet ve otomobil kullanmakta ustalaşmış ve fırsat buldukça gezmektedir. Yüksek Öğrenimini İktisat Fakültesinde tamamlayan Hüseyin yüksek lisansını İşletme Enstitüsünde gerçekleştirmiş, iş yaşamını büyük sermayeli şirketlerin yatırım ve organizasyon uzmanı olarak tamamlamıştır. Belki de görme, tanıma, bilme isteğiyle uyumlu olan iş yaşamında önünden geçen projeler O’nun ileriki yıllarda kendi karavanlarının projelerini çizerek mutluluğu yakalamasının da yolunu açmıştır kimbilir… Kişiliğinin en belirgin özelliği öğrenme merakıdır. Okuyarak, seyrederek, görerek, inceleyerek yaşamın her alanında bir şeyler öğrenmek O’nun tutkusudur. Bu tutkudan yola çıkarak özellikle yakın tarihi incelemek, toplumların yaşamlarını gözlemlemek O’nu kitap kurdu, tiyatro ve sinema meraklısı ve anı torbası sırtında sürekli bilmediği yerleri keşfetmeye çalışan bir gezgin yapmıştır. Genç Cumhuriyet’in genç eğitimcilerinin peşinde bütün okul gezilerine katılarak kendi yurdunu henüz çocuk yaşlarda karış karış gezen Hüseyin ilerleyen yıllarda gezmediği görmediği yerleri keşfetmek üzere yeni gezilerin peşinde koşar olmuştur.
O’nu yeni başladığım bir işyerinde ilk iş günümde tanıdım. Ve ilk tanıdığım günden sonra da beni cezbeden kişilik özelliklerinin peşine düşerek O’nun yoldaşı olmaya uğraştım ve oldum. Eğitimimiz, dünyaya bakışımız, gezme görme öğrenme isteklerimiz ve minimalist yaşama arzumuz öylesine aynıydı ki birbirimizi bulmamız muhteşem bir şanstı benim açımdan. İkimiz de özellikle yaşama ve zorluklarına karşı dayanıklı insanlardık.
Birlikte olduğumuz bütün saatlerde O’nun yönlendirmesiyle İstanbul’un bilinmeyen köşelerini gezer, kimselerin gezmediği yerlerde küçük kahvehaneler bulur dinlenirdik. Kısa zaman sonra gezilerimiz İstanbul’un dışına taşan iç içe halkalar gibi başka illere, başka ülkelere uzanmaya başladı.
Kamp alanlarında kalmak için hangi prosedürlere uymak gerekir?
Kamp alanlarında doğal olarak herkes kendi yaşam alışkanlıklarını sürdürür ancak bütün kampçıların ve her kampta uymaları gereken genel kurallar vardır ki bu kurallar zaten insanca yaşamın getirdiği zorunlulukların bir araya gelmişleri olarak kabul edilebilir. Yoldaşım Rüzgâr Hüseyin yıllar önce ülkemizde karavancılığın gelişmesi için kamp karavan derneğiyle çalışmalar yapar ve bu çalışmaları yazılara dökerdi. Kamplarda yaşam kurallarını dile getirdiği Türkiye kamp karavan derneği dergisinde yayınlanmış (Mayıs 2000 – sayı 12) bir makalesini aşağıda size iletiyorum.
MUTLU BİR TATİL İÇİN KÜÇÜK ÖNERİLER
*En iyi kampçı en az donanımla en çok mutlu
olabilen kampçıdır. İçeriden tatsız sesler
gelen full aksesuarlı bir motokaravanın hemen
yanı başında mutlu bir gece geçiren sırt çantalı
çiftin mum ışığındaki gülümseyen gözlerini
görürseniz bu önerilerimi hatırlayınız..
Sevgili kampçı ve karavancı arkadaşlarımızın, gerek yurt içi ve gerek ise yurt dışında uğranılan kampinglerde geçerli olan kampçılık kurallarına ait genel açıklamalar aşağıda yer almaktadır. Bu kurallar sınırlayıcı değil, açıklayıcı ve yönlendirici biçimde verilmekte olup Türkiye Kamp ve Karavan Derneği üyelerinin özellikle bu kurallara uygun kamp yapmaları ve çevrelerindeki kampçılara da elden geldiğince öğretici biçimde yardımcı olmaları beklenmektedir. Ülke kampçılığımızın daha da gelişmesine yardımcı olacak bu genel nezaket kurallarının tüm üyelerimiz tarafından kabul göreceğine inanıyoruz.
KAMPÇILIK GENEL KURALLARI
Kamp alanlarında birçok ülkeden ve çeşitli kültür düzeyinden insanlar bir araya gelebilmektedirler. Kampçılıkta ortak payda nezakettir. En yaygın uluslararası kural olan gülümseme, sabahın ilk saatlerinde başlayıp gece yatana dek yüzünüzden eksik olmamalıdır. Ve bu, dünyanın neresine giderseniz gidin kampçılığın değişmez kuralıdır. Bunun yanı sıra, güneşin ilk saatlerinde ülkemiz insanları için “günaydın” yabancılar için “good morning” veya “guten morgen” sözcüklerinin sihrine inanın. Yabancı ülkelerden gelen kampçıların milliyeti ne olursa olsun bu sözcükler geçerlidir. Diğer taraftan bir kamp alanında kullanılan kamp aracı ne olursa olsun uyulması gereken diğer teknik kurallar açıklayıcı anlamda aşağıda belirtilmiştir. İnsanlar doğaya daha yakın olabilmek amacıyla kamp yapmaktadırlar. Bu nedenle doğa ile bütünleşmek doğrultusunda araç ve gereç seçimi ile davranış biçimlerinde doğayı korumayı ön plânda tutmak gerekmektedir. Genel olarak doğal olmayan endüstriyel ve teknolojik malzemeler, ne kadar pahalı ve teknoloji ürünü olursa olsun, kamp alanlarında görüntü ve ses kirliliğine yol açabilmektedirler.
1 – KAMP ALANINA GİRİŞ VE YERLEŞME
Kamp alanlarına genel olarak 22.00 den itibaren motorlu araçlarla girilmez. Kamping girişlerinde mutlaka, danışmaya kayıt olunuz ve o kamping için geçerli olan özel uygulamalar varsa bu konuda bilgi edininiz. Kamping girişlerinde karavanınızın atık su deposunun boş ve vanasının kapalı; temiz su deponuzun ise dolu olmasını sağlayınız. Aracınız kirli ise alana girmeden uygun bir yerde aracınızı temizleyiniz. Kamp alanında atık su deposunun boşaltılması için uygun alt yapı (chemical WC) yoksa atık suyunuzu kova veya bidonla uygun bir yere boşaltınız ve kesinlikle kamp alanını kirletmeyiniz. Unutmayınız ki sizden sonra gelen kampçılar, sizin kirlettiğiniz yerlerde oturacak, yatacak veya çocukları oyun oynayacaklardır. Kamp alanındaki ağaçlara ve bitki örtüsüne zarar vermeyiniz, genç ağaç gövdelerine hamak asmayınız. Konaklama alanınız herhangi bir şekilde belirlenmemişse (olanak varsa) en çok 10×10 metre bir alana yerleşmelisiniz. Komşularınızın yerleşim alanlarının içinden geçmeyiniz. Gerektiğinde birkaç adım daha atarak, onları rahatsız etmemiş olursunuz. Elektrik kablolarınızı güvenli şekilde döşemeli ve varsa ek yerlerini (örneğin bir naylon torba sararak) kapatmalısınız. Kabloların sarıldığı makaraları yağmurda ıslanmayacak şekilde karavanın altına saklayınız. 1000 watt’tan fazla çekiş yapacak iseniz, makaradaki kabloları tamamen boşaltınız ve karavanınızın altına seriniz. Karavan tentelerinin gergi iplerini ve çadır gergi iplerini ayak takılma ve düşmeleri önlemek için flama veya uygun bir işaretle belirtiniz ve çıkıntılı kazıkların üzerini kapatınız veya sona kadar çakınız.
2 – KAMP ARAÇ VE GEREÇLERİNİN SEÇİMİ VE KULLANIMI
Kampta kullanılacak araç ve gereçler olanaklar ölçüsünde normal ve basit olmalı, ileri teknoloji ürünü ve ses çıkaran alet ve cihazlardan kaçınılmalıdır. Doğadaki renk uyumuna ters düşen abartılı renkli malzemelerden kaçınılmalı ve pastel renkler tercih edilmelidir. Aydınlatma lambalarının ışığı komşu kampçıyı rahatsız etmemelidir. Ampuller 60 watt’ı geçmemeli ve soft ampuller kullanılmalıdır. Flouresant ampuller çiğ bir ışık yaymakta olup hemen yanı başınızda mum ışığında oturan komşularınızı rahatsız edeceğinden kesinlikle emin olunuz.
3 – SESLİ CİHAZLARIN KULLANIMI
Radyolar, CD ve kasetçalarlar kampçılığın gerekli bir bütünleyicisi değildir. Bu nedenle çevreyi en çok bu cihazların çıkardığı sesler kirletmektedir. Sizlerin çok önem verdiği “haber bülteni” hemen yanı başınızdaki bir kampçıyı hiç ilgilendirmeyecektir. Diğer taraftan dinlenen müzik türleri, kişilerin müzik kültürü ile eğitim düzeyinin bir bileşkesidir. Bu düzeyin farklı kampçılar için farklı boyutlarda olacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Kültür farklılığınızın eleştiriye uğramaması için yapacağınız tek şey, cihazlarınızın sesini yandaki kampçının duyamayacağı kadar kısmaktır. Bunu anlamak için, ortalama bir volümü yandaki karavancının civarına kadar (bir zahmet) giderek kontrol etmek uygun olabilir. Haberleri izleme dışında sesli cihazlara fazla önem verilmemesi, müzik dinleme yerine doğanın seslerini dinleyerek kendinize farklı bir ortam yaratma alışkanlığını edinmeniz önerilmektedir.
4 – GÖRÜNTÜ VEREN CİHAZLARIN KULLANIMI
TV (VCD – DVD) gibi görüntülü cihazların çadır ve karavan dışında kullanılması, kampçılık geleneğine uygun görülmemektedir. Net görüntü elde edebilmek için harcanan çabalar genelde başarısızlıkla sonuçlanmakta ve aile bireyleri arasında bir takım tartışmalara yol açmaktadır. TV izlemeyi bir tutku haline getiren kampçıların, bu arzularını daha net görüntü ve daha çok kanal izleyebilecekleri evlerinde tatmin etmeleri önerilmektedir. Bunun dışında, iç mekânlarda ve sınırlı amaçlarla TV izlemek daha uygun görülmektedir.
5 – DIŞARIDA YEMEK PİŞİRME VE MANGAL YAPMA
Bu konuda kampingin izni olup olmadığını mutlaka sorunuz. Tam mangalı ateşleyip etleri üzerine attığınızda yapılan bir uyarı tatsız bir ortam yaratacaktır. Diğer taraftan mangal yapmak, o sırada yemeğini bitirmiş veya vejeteryan komşularınız tarafından hoş karşılanmayacaktır. Bu iki noktayı göz ardı etmemek gerekmektedir. Özet olarak, mangal yakmak kampçılığın gerekli bir koşulu olmadığı gibi, kontrol edilemeyen dumanlardan da birçok kampçının rahatsız olacağı bir gerçektir. Ayrıca, kamp alanında yemek pişirirken tas, tencere, tava gibi mutfak gereçlerinin yaratacağı görüntü kirliliğini de unutmamak gerekir.
6 – ÇEVRE DÜZENİ
Kampingde yıkanan çamaşırlar bazı kamplarda, bu iş için ayrılmış alanlarda veya kampçının çevresindeki olanaklarla kurutulmaktadır. Çamaşırların karavanlar için özel yapılmış çamaşırlıklarda kurutulması uygun olur. Bunun dışında ağaçlara ip gerilerek yapılan kurutmalarda, iplerin olasılık ölçüsünde kısa (yeterli ölçüde) bağlanması, denize paralel değil dik konumlarda ip gerilmesi (manzara açısından) ip üzerinde mandal bırakılmaması ve iplerin karavanlar arası geçiş yolları üzerine gerilmemesi gerekmektedir. Diğer taraftan ağaçlara bir takım eşyalar, sepetler vb. asılması karavan veya çadırların etrafına bir takım bidon, leğen, ayakkabı vb. malzemelerin dağınık biçimde konulması, görüntü kirliliği yaratmaktadır. Özellikle birçok kampçının gerekli sandığı bazı alışkanlıkları yeniden gözden geçirdiğinde, birçok alışkanlıkların aslında gereksiz olduğu sonucuna varabilecektir. Bu doğrultuda değeri üç beş kuruşla!.. İfade edilebilen patates ve soğanların file veya sepetler içinde bir kamp boyunca gözünüzün önünde sallanmasının ne denli yersiz olacağı düşünülmelidir.
7 – KAMP ALANINI TERK ETME
Kamp alanları en erken, 8.30 – 9.00 saatlerinde terk edilir. Bu saatlerden önce motor çalıştırılması uygun değildir. Toparlanma işlerinin sesli ve gürültülü olan kısımları önceki geceden bitirilmelidir. Kamp alanında korna çalmak, motor ısıtmak, alarmı sesli olarak açıp kapatmak, kapı ve bagaj kapaklarını gürültülü bir şekilde ve defalarca açıp kapamak kesinlikle kaçınılması gereken hususlardır. Çöplerinizi çöp kutu ve bidonlarına, mutlaka ağzı bağlanmış naylon torbalar ile atınız. “Hayvanlar yer” yorumu ile etrafa ekmek, kemik, meyve kabuğu vb. çöp atmayınız. Danışmada hesabınızı öderken varsa, kampingin broşürünü ve sticker’ini alınız. Bu broşür ve karavanınıza yapıştıracağınız sticker daha sonra başkalarına yardım ederken gerekli olacaktır.
Sevgili kampçı ve karavancılar!..
“En iyi kampçı, en az donanımla en çok mutlu olabilen kampçıdır” sözümü unutmayınız ve içeriden tatsız sesler gelen full aksesuarlı bir motokaravanın hemen yanı başında, mutlu bir gece geçiren sırt çantalı çiftin mum ışığındaki gülümseyen gözlerini görürseniz, bu önerilerimi hatırlayınız.
RÜZGÂR HÜSEYİN PELİT / Mayıs 2000
İşte kamp alanlarında kampçıların uyması gereken kuralları size Hüseyin Pelit’in Türkiye Kamp Karavan dergisinde yayınlanmış makalesiyle anlatmış oldum. Yazıyı okuduğunuzda kamplarda herkesin kendi özgür yaşamını sürdürürken ortak yaşam kurallarını asla göz ardı edemeyeceği çok güzel anlatılmış. Bu makaleye ek olarak özellikle karavancı kampçıların kamplarda WC kasetlerinin boşaltılmasına resimli örnek vermeyi istedim. Genelde bütün kamplarda mutlaka duş ve WC üniteleri vardır ama bazen gece saatlerinde kendi karavanınızın tuvaletini kullanmak isteyebilirsiniz. Bu haller için de daima tuvalet kasetlerinizi taşma yapmadan chemical WC. lere dökmeniz gerekir. Bunlar da her kampın genellikle giriş çıkışa yakın yerlerinde vardır. İtalya, Almanya, Avusturya, İsviçre gibi pek çok gelişmiş Avrupa ülkesindeki benzincilerde de mutlaka hepsinde hem karavana su alma musluğu hem de tuvalet kaseti dökme chemical bölüm bulunur.
Kitapta, Burhaniye’de tanıştığınız Alman karavancı Heinz ile filizlenen bir karavan serüveniniz var. Bu serüven tam olarak nasıl başladı?
1997 Yılının Eylül ayının ilk günleriydi. Yaz tatilini bitirmiş, sonbaharın güzel güneşinde Burhaniye Ören’deki Altın Kampta konaklamak üzere rotamızı Kuzey Ege’ye çevirmiştik. Altın Kamp uzun yıllardır her şartta her türlü araçla gidip geldiğimiz kurallarını işletimini denizini ve sahiplerini çok sevdiğimiz bir kamptı. Kampın sahibi sayın Tahir Altın Hüseyin’in Ankara Bahçeli Evler deneme lisesinden beden eğitimi hocasıydı. Bu kampı yine kendisi gibi eğitimci olan eşi Melahat Altın ile birlikte 1963 yılında kurmuş, elleriyle diktiği ağaçlarla muhteşem bir kamp haline getirmişti. Mangal yaktırmaması, insanların birbirini rahatsız etmemesi için sıkı kuralları uygulatması nedeniyle biz ve birkaç arkadaşın dışında Türk karavancılar tarafından sevilmeyen bu kamp genellikle üç yaz ayını geçirmek üzere yıllardır gelen Alman, Avusturyalı ve Hollandalı karavancılara hizmet verirdi. Biz de bu kampın sevdalılarındandık. O sonbahar günü Altın Kampa girip denize doğru döndük yerleşeceğimiz yere gelirken bize el sallayan bir yabancıyla selamlaştık. Kamp hemen hemen boşalmıştı. Çünkü üç aylığına gelen yabancılar Haziran, temmuz ve Ağustosu keyifle geçirip Eylül ayı başlarında ülkelerine dönerlerdi. O gün kampta bize el sallayan yabancıdan başkası yoktu bir de biz gelmiştik.
Aracı yerleştirip aşağıya inince o arkadaş bozuk bir Türkçe ile bize merhaba dedi ve masa sandalye çıkarmamıza yardım etmeye çabaladı. Masamızı sandalyelerimizi çıkarıp yerleştirince O’nu davet ettik elinde kocaman sapsarı bir üzüm salkımı ile geldi. Sohbet başladı, Alman’mış, eşi ve kızıyla bütün yaz bizim güney sahillerimizde tatil yapmışlar, kızının okulunun (lise) açılması nedeniyle eşi ve kızı bu sabah İzmir hava limanından Münih’e uçmuşlar. Adının Heinz olduğunu öğrendiğimiz arkadaş da bir gün sonra karavanla hareket ederek dura kalka üç günde evine ulaşacakmış. Heinz, eşi, kızı ve kayınvalidesi ile birlikte Bavyera bölgesinde, Almanya Avusturya sınırındaki son köy olan Melleck’te ve köyün sınırdaki son evinde oturuyormuş. Bütün gün denize daldık çıktık, çaylar, yemekler, akşam birlikte içtiğimiz biralar ve upuzun birbirimizi ve ülkelerimizi tanımaya çalıştığımız konuşmalarla (İngilizce ortak dilimiz oldu o da biz de idare edecek kadar konuşuyorduk) geçti. Ertesi sabah Heinz yola çıkmadan önce son kahvelerimizi içerken bizi Almanya‘ya davet ettiğini anlattı. Eğer karavanınızla gelirseniz bahçemde on beş gün para istemeden misafir ederim. Eğer uçakla gelirseniz evimde bir hafta para istemeden misafir ederim dedi. Şaşırdık ama O cebinden bir kart çıkardı. Arkasına yolu çizdi. “Venedik’e vapurla gelin, limandan çıkınca Alplere giriyorsunuz dümdüz yol, gece Villa Franka’da kalırsınız kilisenin bahçesinde, sabah dümdüz yoldan gelin, sınırı geçin, benzinciden sonraki dere kenarındaki ev benim.” Diyor.
Biz de gözlerimizi sonuna kadar açmış O’na bakıyoruz. Sonra sarıldık öpüştük ince ufak bir adam Alman’a bile benzemiyor. Ardından sallanan ellerimizle birlikte gitti işte.. Sonra biz deniz kenarında otururken ben başladım hayaller kurmaya ama Hüseyin pek de olası görmüyor nedense.. Biz günler sonra eve döndük, hayatın işlerine daldık Heinz bir kenarında saklandı anılarımızın.. Ama yılın son günlerine yakın Heinz’ın kartı kapımızı çalıverdi. Hem de kocaman harflerle “HOŞ GELDİNİZ” yazarak.. İşte böyle başlayan dostluk 1998 ilkbaharında onlara gidişimizle pekişti.
Sonra defalarca onlar uçakla geldi bizim evde kaldılar, biz defalarca karavanla bahçelerine konduk evlerine misafir olduk. 2012 yılında Yunanistan’ın İgaumenitsa kentinde bir kampta birkaç günü birlikte geçirdik.
(Resim: İgaumenitsa’da (Yunanistan) kampta Heinz ve Roswitha ile birkaç gün birlikte tatil yaptık.)
Heinz O’nu tanıdığımız gün Ören’de kullandığı Wokswagen motokaravanını satmış, yerine aldığı dört çeker cipi tepe çadırıyla kullanıyormuş son yıllarda. Böylesinin daha ekonomik ve evinin bulunduğu sert iklim açısından daha işe yarar olduğunu söyledi. Çadırını da 5 dakikada hayata geçiriveriyor.
En son 2014 Haziranında Heinz telefonla aradı, buluşmak istiyorlardı gidip onları alamadım, Hüseyin’i yeni kaybetmiştim telefonda ağlayarak anlattım. Bana yazdıkları mesaj çok güzeldi. Heinz’in eşi Roswita “kardeşim evim senin evindir ne zaman istersen gel” diyordu. Bir gün yine arayacağım O’nları nasıl olsa. İyi dostlarım.
Kitaptan gördüğümüz kadarıyla Yunanistan’ın Rüzgâr ve sizin için ayrı bir yeri var? Neden Yunanistan? Bu bölgede siz çeken ne oldu?
Yoldaşım Rüzgâr Hüseyin ve benim karavancılık yaşamımızda Yunanistan her zaman özel bir yere sahip oldu. Yurt dışında ilk uzun karavan yolculuğumuz Yunanistan’a adım atmakla başladı. Sonraki bütün Avrupa gezilerimizi de Yunanistan’dan çıkarak başladık. Örneğin karavanla hiç Bulgaristan’ı gezmeyi istemedik. Çünkü karavan gezilerimizin dışında uçakla, turlarla vs. yaptığımız gezilerde Bulgaristan yollarının çok da uygun olmadığını, halkının turistle ilgili pek yardımsever davranmadığını görerek yaşamıştık. Yunanistan’ı tercihimizin en önemli nedeni Yunan halkının rahat yaşam koşullarını sevdiğini ve diğer insanlar için de bunu hedeflediğini tespit etmemiz oldu. Yunan gümrük kapısında insanı bıktıran işlemler olmuyor, yollarda boyuna polis durdurup bir şeyler sormuyor, deniz kenarlarında bir yerlere park etseniz üzerinize saldıracak park bekçileri yok. Tavernaların önüne bile park etseniz garson koşup, “bize gelmiyorsanız buraya park edemezsiniz” demiyor. Halk kim bunlar diye etrafınızda dolanıp pencerelerden içeri bakmıyor, sizi rahatsız etmiyor. İster kamplara girin ister sahillerde konaklayın istediğiniz kadar; hiç kimse “hop hemşerim” diye kapınıza dayanıp rahatsız etmiyor. Yolları deseniz bir ayrı güzel.. İlk gitmeye başladığımız yıllarda henüz otoyol yoktu. Şehirler arası ulaşımı sağlayan yol (tek bir yol vardı, gidiş-geliş) deniz kenarından, ormanların içinden, dağlardan giderdi ve hep denizle haşır neşir köylerin kasabaların şehirlerin içinden dura kalka, kahve, yemek vs. molalarla giderdiniz ve yolun tamamı çok romantikti. Sonra 2000 yılında Yunanistan’ı AB’ne aldılar, otoyol için bütçe verdiler ve bir yıl içinde otoyol gümrük kapımıza dayandı. (ismi Egnatia Odos) Çok güzel bir otoyol oldu. Yıllarca hiç ücret almadan otoyoldan gidilip gelindi. Biz bazen otoyola girmek istemez, anılarımızın olduğu eski yolları tercih ederdik. Bazen de Avrupa’ya çabuk çıkmak istediğimizde otoyolu kullanırdık. Son yıllarda ekonomik krizi göğüsleyebilmek için otoyollardan ücret almaya başladılar. Selanik’e kadar ücretler düşük ancak Selanik’ten sonra özellikle Pelepones’e inerken oldukça pahalı. Yunanistan’ı her zaman tercih etmemizin ve çok sevmemizin asıl sebebi deniz kıyılarının kapışılmamış olması, denizlerinin çok güzel ve halkının çok medeni, tüketim kültürü dışında yaşıyor olmaları.. Bütün ülkede mal ve hizmet fiyatları kontrollü; Örneğin bir fincan kahve ülkenin her yerinde ayni fiyat.. Halkı giyim-kuşam tüketim merakına kapılmamış, vahşi kapitalizmin ürünleri ve hevesleri buralara bulaşmamış. Sahilleri halka açık, tavernaları da halk için zaten. (taverna derken bizdeki gibi algılamayalım. Yunanistan’da taverna demek, halkın ucuz bir şekilde yiyip içip eğlendiği yerler demek). Rahat, eğlenceli ve medeni bir halk, insanı rahatsız eden bir şey olmuyor. Deniz kenarları da halka açık bizdeki kapışma oralarda yok, halk haklarına sahip. İstediğin yerde istediğin kadar kalmak senin isteğine bağlı.. Bu nedenlerle biz Yunanistan’’ı hep çok sevdik. Bazen Avrupa yolcularımızda dinlenmek için birkaç gün kalırken son yıllarda güzel deniz tatili yapabilmek için her yılın bir- iki ayını oraya ayırmaya başlamıştık.
(Resim: Yunanistan’da Asprovalta’da deniz kıyısında böyle yayılıp günlerce kalabilirsiniz ücret ödemeden.. Buradan denize de giriyoruz.)
Böyle deniz kenarı ücret ödemeden kalınacak plâjlar istemediğin kadar çok.. Sık aralarla yerleştirilmiş plâj duşları da su ihtiyacını karşılıyor. Üstelik bu serbest kalınacak yerler ilçe merkezlerinin hemen kenarında yani beş dakika yürüdüğün zaman her türlü alış verişin, gezip görmek istediklerin, tavernalar her şey seni bekliyor. Bu olanakları başka hiçbir ülkede yakalayabilmek ne yazık ki mümkün olamıyor. Büyük şehirlerde de şehrin göbeğinde istediğin gibi kalabiliyorsun ücret ödemeden, birkaç Km. giderek de ücretsiz plâjlara ulaşıyorsun.
Bu bahçede her zaman karavanlar konaklar, şehri gezer görür, canı istediğinde de bu bahçeden mayosuyla caddeyi geçer hemen cadde kenarında uzanan sahilde güneşlenir, denize girerlerdi. Önceki yıllarda bazen şehrin biraz dışındaki Maria’s kampinge giderdik, sonraları kilise bahçesinde de kalmaya başladık, özellikle sonbahar gezilerinde kamplar kapandığında bu bahçe çok işimize yarardı. Aşağıdaki resimde de Kilisenin bahçesi ve sahil bir arada görülüyor. Hatta resimde önde görülen karavan caddeyi geçip tam sahilde konaklamış.
Atina’dan önceki baş şehir olan Nafplio bütün Avrupa karavancılarının çok sevdiği bir şehir, deniziyle, tavernalarıyla, çarşılarıyla.. Yunanistan’ın her yerinde bu olanakları rahatça buluyorsunuz. O halde bizim de neden Yunanistan’ı çok sevdiğimiz kolayca anlaşılabiliyor değil mi?
Karavancılık ayrı bir emek gerektiren bir sanat olduğundan bahsetmişsiniz. Tam olarak bir Karavancı olmak için nelere dikkat etmek gerek?
Karavan özellikle Türkiye’de tatil aracı olarak algılanıyor ama bu aracı tatillerde de faydalanılan bir araç olarak kullanmayı düşünmeden önce bir yaşam biçimi olduğunu algılamak gerekir. Her şeyden önce karavancılık minimalist bir yaşam biçimidir. Daha açık anlatmak istersek karavancılık az eşya ile yaşamı sürdürebilmek için eşyaların birbirine ikame edilebilir bir biçimde yaşamın her alanına uyarlanması sanatıdır. Karavanda yaşarken elinizin altında bulunacak eşyaların her biri birkaç kullanma alanında görevli eşyalar olacaktır. En basiti gündüzleri kullandığınız kanepenizin alt ve sırt yastıkları gece olunca indirilen yemek masanızın üzerine yerleştirilerek içerideki biri için yatak halini alacaktır. Veya sırtınızı dayadığınız divan şilteniz, arkasındaki ahşap tablayla birlikte gece indirilerek ranza yatak haline gelebilecektir. Lavabodaki el yıkama musluğunuz aslında bir duş aparatıdır ve çekip uzatınca duş yapma olanağı sağlar. Mutfak araçları da her biri birkaç ihtiyaca birden cevap verebilmek için dönüşümlü kullanılır. Karavan buzdolapları evinizdeki gibi kocaman değildir. Alış verişinizi kendinizi bu ufaklığa alıştırarak yapmak zorundasınız. Giysilerinizi koyacağınız çekmeceleriniz ev gibi değildir, eşyalarınızı bu büyüklüğe göre katlamak zorundasınız. Her karavanda yaz ve kış kullanılabilecek giyecek ve örtünecek eşyalar minimum eşya ile maksimum fayda sağlanabilecek şekilde olmalıdır. Bütün bunları sağlamak ve sürdürülebilir hale getirebilmek için minimalist bir yaşamı öğrenmeniz şarttır. Bir karavanda evinizdeki gibi çok çeşitli yemeği bir arada bulmanız mümkün değildir. Az çeşitle bol kalorili ve zevkli yeme biçimi geliştirilmesi gerekir. Kamplarda kalıyorsanız genel duş ve tuvaletlerden yararlanırken işiniz daha kolaydır ama uygun bölgelerde sokaklarda yata kalka geziyorsanız karavan tuvaletini her iki günde bir chemical WC. lere veya uygun araziye dökmelisiniz aksi takdirde taşar. Yine sokaklarda kalarak tatil yapıyorsanız temiz su deponuzun hacmine göre yeme içme ve temizlik için kullanacağınız su miktarını bilmeniz gerekir. Aksi takdirde tatilin her hangi bir noktasında susuz kalıverirsiniz. Temiz suyu kullanma alışkanlığınız kadar pis su deposunu boşaltma zamanlarını da hesaplamanız gerekir. Bir karavancının gözleri her zaman gittikleri her yerde su alabilecekleri musluk ve hortumları görecek gibi alışkanlık kazanmış olmalıdır. Daha bunun gibi pek çok şeyi karavanda yaşadıkça kendiliğinizden öğreniyorsunuz. Tabii en önce öğrenmeniz gerekenlerden biri ister çekme ister motokaravan olsun aracınızın ağırlık dengesini doğru ayarlamak olmalı. Dengesiz bir yükleme hem daha çok yakıt harcamanıza hem de bazı hallerde aracın devrilmesine neden olabilir.
Karavancı dostları ve arkadaşları Hüseyin Bey’e “Rüzgâr” adını takmışlar. Karavancı dostları için “Rüzgâr” ne demekti? Neden “Rüzgâr” derlerdi?
Hüseyin’e dostlarınca “Rüzgâr” adı verilmesinin bir diğer nedeni de gittiği hiçbir yerde uzun zaman kalmamasındandı. Çok meraklı bir insandı konakladığı her yerin çevresini görmek, öğrenmek ister bu nedenle de bulunduğu yeri tanıdığına, anladığına, yol yorgunluğunu üzerinden attığına inandığı anda toparlanmaya başlar ve çok kısa bir zamanda yeni ufuklara doğru uçmak üzere bulunduğu yeri terk ederdi. Nerede ve ne kadar zaman kalacağımızı genelde hiçbir zaman önceden kararlaştırmazdık.
Bir karavan sahibi olmak için çok para gerekli mi?
Karavan sahibi olmak ne yazık ki Türkiye’de giderek daha da pahalı oluyor. Bizim ilk karavana sahip olduğumuz yıllarda çekme karavan fiyatları herkesin gözünü kırpmadan alabileceği seviyelerdeydi. Böyle olunca da insanlar rahatlıkla denemek için bile olsa ilkin bir çekme karavanı çok kolayca alıyor, adapte olup zevkle kullanabiliyorsa devam ediyor, bu türlü yaşamı beğenmezse satıyordu. Çekme karavan satışı iki kişi arasında sadece özel bir makbuzla yapılabiliyor, notere bile gerek olmuyordu. Örneğin biz bir hafta sonu gittiğimiz Silivri-Semizkum Kampta bir arkadaşın sattığı Pulsheri marka Polonya malı iki kişilik ufak bir karavanı (sene 1997) bugünün parasıyla 185 liraya almıştık. O sıralar motokaravanımız vardı. Bir de çekme olsun, kampta bırakalım belki bazen motokaravan olmadan binek araçla gelir onda kalırız diye düşünmüştük ama hiç denemedik. Aylar sonra da aldığımız paraya birine sattık. Şimdilerde çekme karavan fiyatları 25-30.000 TL arasında oynuyor. Açık kasa kamyonet üzerine yapımcı firmalara ürettirilmiş alkovanlı motokaravanlar örneğin 20 yıllık olanlar bile 100-125.000 TL isteyebiliyor. Çünkü yeni yapılanlar duyduğuma göre 220-250.000 TL. sına dayanmış. Bunlar için araç bulmak zaten ayrı marifet. Sıfır kamyonet alırsanız ve bunun üzerine yaptırırsanız % 148 ÖTV alıyor. 5 Yıllık bir kamyonet alınırsa ÖTV normal oranda oluyordu. Böylece sıfır motokaravan yaptırdığımızı söylerken aslında aracımızın beş yıl önceki ikinci el kamyonet olduğunu da söylememiz gerekir. (yatlarda ÖTV sıfır, karavanda çok çok yüksek) Motokaravan heveslileri olarak 2000’lerin başlarında bu aşırı fiyat artışlarına karşı Panelvanlara karavan yapmayı destekledik. Zaten dünyada artan petrol fiyatları mazot kullanıcısı olan bizleri de çok etkilediği için özellikle Avrupalı karavancılarda küçülme yani panelvan motokaravanlara geçme modası başlamıştı.
Türkiye’de de böylece Panelvan motokaravanlar kampları sokakları doldurur oldu. Halen günümüzde ülkemizde sanırım çok miktarda panelvan motokaravanlar kullanılıyor. Bunlar diğer motokaravanlardan daha ucuz. Hem de hareket kabiliyetleri alkovanlılara göre çok daha yüksek.. Çünkü bunların park kolaylığı var, sokaklarda ufacık yerlere bile girebiliyor, kamp ücreti ödemeden konaklayabiliyorsunuz. Diğerlerinden daha ufak olduğu için üşenmeden her hafta sonu geziye çıkabiliyorsunuz. Dahası normal boyda bir panelvan motokaravana sahip olduğunuzda ayrıca binek arabaya sahip olma zorunda kalmıyorsunuz. Panelvan günlük işe, çarşıya vs. gidip gelmelerinizde rahatça kullanılabiliyor. Bizim panelvanımız mavi İVECO galiba kendi sınıfında ülkemizdeki en ufak karavandı ve projesini Hüseyin çizmişti, çok rahat ve kullanışlıydı. 2003’te yaptırdığımız bu karavanı tam 10 yıl tepe tepe kullandık. Onuncu yıl biterken biraz genişleme ihtiyacı duyduk çünkü artık evden iyice kopmuştuk, kış ayları da dahil olmak üzere daha çok sokakta yaşamak istiyorduk, bunun için de Hüseyin bu proje hazırladı “bu benim ustalık dönemim” diyerek..
(Resim: Beşinci motokaravanımız ford ve semi integriet ve bunun adı da Rüzgâr/3 oldu.)
Bütün bu karamsar tabloları yazdıktan sonra aslında karavan sahibi olmanın veya karavan sahibi olmayı daha ileri zamana erteleyerek diğer kamp araçları kullanarak kampçılığa başlamalarının çok da zor olmadığını, bir karavana sahip olmak isteyenlerin veya diğer araçlarla kampçılık yapmayı seçenlerin bu konuda ne beklediklerini iyi ölçüp tartmalarını öğütlüyorum. İsteklerinizi gözden geçirebilir ve buna göre bir karar alabilirsiniz. Şöyle ki:
1 – Karavancılığı ve kampçılığı sadece yaz aylarında deniz tatili yapmak ve kış hafta sonları yaşadığınız şehrin yakınlarında bir kampta doğa ile kucaklaşmak için istiyorsanız size gereken orta büyüklükte bir çekme karavandır. Bunu da ilanları takip ederek en uygun bulduğunuz ikinci el satın alarak çözebilirsiniz.
2 – Kampçılığı ve karavancılığı hem kamplarda konaklamak hem de yaz tatillerinizde deniz tatili yapabilmek için isteyen genç ve çalışan insanlarsanız en küçük model çekme karavanlar kolayca aracınıza takılıp rahatça çekilebilir.
3 – Gençsiniz çalışma hayatınız sürüyor, her fırsatta gezmek görmek istiyorsunuz. Bu isteğiniz için diğerlerinden daha hızlı çözümlere ihtiyacınız var. O halde binek arabanızın üzerine monte edilen çadırları düşünebilirsiniz. Her marka binek arabanın üzerine monte edilebiliyor.
4 – Çalışma hayatınız devam ediyorsa ve bu işe biraz daha fazla para harcamak istiyorsanız panelvan motokaravan alabilirsiniz. Bunu da ucuza bulacağınız bir ikinci el almanızı öneririm. Çünkü işiniz gezilerinize ne kadar uyumlu olursa olsun çalışma hayatı devam eden insanların emekliler kadar çok kampçılığa ayırabilecek vakitleri olmayacaktır. Çocukların okulu, kursu, eşin işi görevleri vs. hep gezi zamanlarından ayrılması gereken parçalardır. Bu durumda kamp ve karavancılık için harcayacağınız paraları emekliliğiniz için düşünmeniz daha doğru olur. Gençlik yıllarında motokaravana vereceğiniz yüksek meblâğların size hizmet ve keyif olarak dönmesi kabil değildir. Panelvan aldığınız takdirde binek arabaya da ihtiyacınız olmaz, iki işi bir arada halletmiş olursunuz. Ancak gençsiniz, işiniz ve aile yapınız yıl içinde defalarca ve uzunca sayılacak tatiller yapmanıza olanak veriyorsa ve siz biraz daha rahat ve konforlu bir aracı tercih ediyorsanız alkovanlı motokaravanı da seçebilirsiniz. Bu durumda da daha ucuz fiyatlı ikinci el olanları arayın. Sıfır yapım olanlar artık mantık dışı denilecek kadar pahalı görünüyor. Verdiğiniz parayı ancak emeklilikte bütün yıl gezerek ve içinde yaşayarak çıkarabilirsiniz. Bu da böyle bir rantabilite hesabı işte.
5 – Kiralık motokaravanla gezilebilir ancak artık kiralar çok yükseldi. Yıllar önce hem yurt dışında hem yurt içinde rahatlıkla kiralanabilen karavanlar şimdi yurt dışında 400-500 euro gibi ülkemizde de 500 TL. günlük ücretle kiralanabiliyor. Birkaç kişi birlikte seyahat ediyor olsanız bile mantıklı bir hesaba ulaşamıyorsunuz. Çünkü günlük kiranın üzerine gezerken günlük olarak yakacağınız mazot bedelini ve kamp geceleme fiyatını da koyarsanız, binek araba ve pansiyonlarda kalarak gezmenin çok daha ucuz olduğunu görürsünüz.
Türkiye’de ve Avrupa’da birçok karavan kampında kalmışsınız. Birçok güzel kamp görmüşsünüz. Bu kamplar arasında unutamadığınız kamp bölgeleri oldu mu? Ya da ilk fırsatta tekrar tekrar gittiğiniz kamp bölgeleri var mı?
Türkiye’de ve Birçok Avrupa ülkesinde pek çok kampta kaldık. Avrupa ülkelerindeki kampların hemen hepsi belli standartlara uygunluk gösteriyorlar. Kamplarda su, elektrik, sıcak duşlar, kampçıların ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar duş tuvalet, mutfak tesisleri, çamaşır hanelerinde yeterli çamaşır makineleri, tuvalet kasetlerini dökme yerleri bulunuyor. Her kampta otomata 2 Euro atarak sıcak duş yapılıyor. Her karavan için ayrılan kara parçası (parsel) bazılarında daha geniş bazılarında daha dar. Bu konuda hemen bütün Avrupa ülkeleri kampları temizlik ve yeterlilik konusunda birbirine uygunlar. Ama hepsinin dışında kalan özellikleriyle Finlandiya kamplarını unutabilmem gerçekten mümkün değil. İşte oradaki kamplar başka hiçbir ülkedekine benzemiyorlar. Karavanlara ayrılan parseller çok geniş, kimse kimseyle burun buruna girmiyor. Bütün kampların saunaları var ve kampçılara ücretsiz. Fin kamplarında sıcak duşlar da ücretsiz ve kampların banyo tesisleri çok lüks. Kadın veya erkek için olanların hepsinde duşa kabinler şıkır şıkır parlayan camlarla yapılmış, duşa kabinin önünde herkes için ayrı aynalı tuvalet masaları ve üzerlerinde saç kurutma makinaları var. Fin kamplarının mutfakları da çok donanımlı; Genellikle 5-6 aile için ayarlanmış, İskandinav mobilya türü 4-5 kişilik yemek masaları her aile birimi için ayrı bulaşık makinaları, ocak ve ayrıca mikrodalga fırınlar. Finlandiya’nın gelir dağılımı açısından dünyanın en zengin ülkesi olması, halkın eğitim seviyesinin yüksek olması parayı rahat harcaya bilmelerinin önünü açıyor. Lüks yaşayabiliyorlar yani. Diğer Avrupa ülkeleri için aynı şey söz konusu olmadığından, kampların donanımları da gerekliliği ve yeterliliği bir arada sağlıyorsa da lüks donanımlı değiller.
Finlandiya’da kampların mutfak bölümleri genellikle geleneksel Fin çadırı (tepesi konik olarak açık, mangal yapılırsa dumanın çıkması için) biçiminde ve ahşap olarak yapılmış. Hem dışarıdan bakınca çok şık görünüyorlar hem de işlevseller.
(Resim: Venedik Fusina kampingte bulaşık yıkama yerleri)
Kuzey Hırvatistan’daki Bivillage kamping 1000 ünitelik bir işletmeydi ve arazinin bir kısmında bazı Avrupa kamplarında olduğu gibi (örneğin Venedik’teki Fusina kampingte olduğu gibi) bungalov biçimi moteller barındırıyordu. Diğer Hırvat kamplarından çok daha donanımlı ve düzenli bir kamptı, şıkır şıkır bir denizin hemen önünde olmasına rağmen çocuklu ailelere kolaylık olarak yüzme havuzu da yapılmıştı. Hırvatistan kampları genellikle 500-1000 ünitelik büyük kamplardı. Boydan boya deniz kenarında uzanan bu ülkede halkın yaz tatilleri kampçılık olarak düşünülmüş. 1990’larda dağılan sosyalist Yugoslavya’nın bu en çok denizi olan ülkesinde kampçılık zaten sosyalist geleneğin sürdürülüşüyle tek tatil anlayışı haline gelmiş.
Avrupa ülkelerinde görebildiğimiz bütün kamplarda mutlaka kampçıların özellikle akşamları birlikte eğlenmelerine hizmet edecek kafe tarzı salonları var, genellikle bira ve müzik eşliğinde eğleniyorlar, güzel havalarda da kafelerin dış bahçelerinde güneş altında sohbet ediyorlar, kahve eşliğinde. Avrupa kamplarının, kampçıların ihtiyaçlarını karşılamak üzere ufak çaplı marketleri de var.
Hemen bütün kamplarda yoldan gelen veya yola çıkacak kampların temizlik yapabilecekleri servis alanları da var. Bazı çok büyük kamplarda küçük tamiratlar için ufak atölyeler bulunuyor. Lastik servisi olanlara da zaman zaman rastladık.
Avrupa ülkelerindeki kampların hepsinde kampa girişte mutlaka birkaç lisan bilen resepsiyon memurları bulunuyor ve kampa gelenlerin hiç zorluk yaşamadan kampa giriş yapmaları ve yerleşebilmeleri için ellerinden geleni yaparken girişte verilen kamp yerleşim plânını anlayamayanlar için yer bulma rehberi de sağlıyorlar. Türkiye’deki kampların hemen hiç birinde düzgün bir resepsiyon ve Avrupa ülkelerindeki hizmeti bulmak mümkün değildir. En ciddi olan kampta bile çok az lisan bilen bir genç bulunur, sonrası yok. O görevli de aradığınız saatte genellikle yerinde olmaz, kampa giriş veya çıkış yapabilmek için resepsiyona yanaştığınızda çok büyük olasılıkla görevlinin bir yerlerden çıkıp gelmesini, giriş veya çıkış işlemlerinizi tamamlamasını beklersiniz. Acele etmek yok öyle.. Bekle elber gelen olur mantığı işte..
Ülkemizde ne yazık ki kampçılık oldukça az insan tarafından tercih edilen bir yaşam biçimi. Bu talep azlığı da ülkemizde donanımlı, teknik alt yapısı sağlam ve bakımlı kampların açılmasını önlüyor. Zaten toprak rantının çok yüksek olması, halkımızın minimalist yaşama alışkanlığının olmaması kampçılığın gelişmesi önünde bir engel. Yine de bu yaşam biçimine gönül vermiş insanların çabalarıyla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Bir zamanlar Ege ve Akdeniz kıyılarımızı süsleyen kamplar beş yıldızlı otel yatırımcılarının kampların kapanmasına sebep olan otel yapma heveslerinin sonucunda pek çok güzel kamp kapandı. Şimdilerde tekrar yeni kampların açıldığını duymak da güzel haberler arasında. Hüseyin ile benim kendi ülkemizde en sevdiğimiz kamp Kuzey Ege’de Balıkesir’in Burhaniye ilçesinin sahili Ören’deki ALTIN Kamp oldu her zaman. Hüseyin’in Ankara Bahçeli Evler deneme lisesinden beden eğitimi öğretmeni sayın Tahir Altın ile eşi Melahat Altın’ın 1963 yılında elleriyle her bir ağacı tek tek dikerek yarattıkları deniz kenarı kocaman kamp Tahir Hocamızın 2009 yılındaki vefatından sonra hâlâ eşi tarafından çalıştırılıyor. Mangal yakmanın yasak olduğu bu kamp galiba bu nedenle Türk karavancılar tarafından pek tercih edilmese de Avrupalı karavancıların gözbebeği. Bizim için de her zaman yazın deniz tatilleri ve sonbaharın güzel romantik günleri için tercih edilen bir kamp oldu. Yılda 5-6 defa gittiğimiz bu kampta özellikle Alman, İtalyan ve Avusturyalı olarak yaklaşık 35 yıldan bu yana üç ay yaz tatili için gelen yabancı karavancılarla her yıl birbirimizi gördüğümüzde sevindiğimiz dostluklarımız oluştu. Her yıl üç yaz ayı için yıllardır kampa Almanya ve Avusturya’dan gelen dostlarımızın hemen hepsi çekme karavan kullanıyorlar ve her yıl yaptıkları bu Türkiye tatilinin kendilerinin emekli maaşlarına destek olduğunu anlatıyorlar.
Kampın sahili uzun, ağaçları yüksek ve bol gölgeli, ön kısım karavanlara ayrılmışken, arka plânda az sayıda motel de var.
Ülkemizde sevdiğimiz ve her yıl 2-3 defa uğradığımız bir diğer kamp ta Marmaris-Hisarönü’ndeki Evcan kamp olurdu; Güzel dostluklarımızı sürdürdüğümüz.. Bu kamp ta okaliptüs ağaçlarının gölgelediği deniz kenarı ve denizi çok güzel olan bir kamp. Genellikle çekme karavancıların bütün yazı geçirmek için geldikleri bu kamp sahipleri Ayşe ve Mustafa’nın gayretleriyle uzun konaklamalar için rahat hale getirilmiş. Uzun konaklayanlar için toprağa her karavan için ayrı su gideri veriyorlar. Kampın kafesi denizin hemen önünde ve eğlenceli.. Sosyal tesisleri de yeterli sayılır.
Yurt dışında en sevdiğimiz kampların ilk sırasında Hırvatistan’daki Slano kamp var. Dubrovnik’ten çıkıp karavanın burnunu kuzeye doğru döndürüyosunuz ve yaklaşık 30 Km. gittikten sonra, solda Slano yazan tabeladan denize doğru iniyorsunuz. Karşınıza Slano köyü geliyor, yaklaşık 2 km deniz kenarından sola doğru giderseniz SLANO kampa girersiniz. Bahçe irisi bir kamp, önü deniz; Daha doğrusu kamp yolun sonunda ve denizin kıyısında. Yani önünden araç geçemiyor. Biz de zaten sağ tekerleklerimiz denizin içinde geçebiliyoruz. Kampın ön kısmında yaklaşık altı karavan alabilecek büyüklükte ağaçlı çimenli bir bahçe var. Arka tarafında da 6 adet odadan müteşekkil moteli var. Duş tuvalet, mutfak tesisleri yeni ve tertemiz.. Luca ile Babası işletiyorlar ve kampın ortasında asmalar içinde küçücük bir evde kalıyorlar. Hırvatistan’da en sevdiğimiz bu butik kamp; Diğerleri çok büyük ve bize kışla gibi görünüyor. Son yıllarda her geçişte orada kalmaya zaman ayırıyoruz. Galiba 4-5 defa gittik. Denizi de şıkır şıkır..
Kampın girişi böyle işte, hemen denizin kenarından.. Ucuz bir kamp üstelik. Bir gece karavan ve iki kişi 15 euro gibi. Pazarlığa açıklar.
Yurt dışında sık sık gittiğimiz bir diğer kamp ise Yunanistan’ın Sitonia yarımadasında (Chaldiki bölgesi) Stavros kamping. Diğer Yunan kamplarının aksine çekme karavan ağırlıklı değil, galiba bu nedenle de Avrupa’lı karavancıların gözdesi bir kamp. Denizi çok güzel.. Kampın içinde kampçıların ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir market ve fiyatları uygun olan bir restaurant var. Her yıl bu kampa bir hafta ayırırdık. Ayrıca kampın yan tarafında motel var ve bunlar da kamp sahiplerine ait. Motel kısmı iki katlı ve galiba toplam 10 oda kadar; Odalarda apart biçimi konaklanabilmesi için mutfak gereçleri de bulunuyor.
(Resim: Stavros kampı çok seviyoruz.)
Kampta hemen her zaman deniz kenarında yer buluyoruz. Tabii gide gele bizi tanıdılar artık. Birazcık torpilimiz var yani..
Bu kampta çekme karavanlarla motokaravanları ayrı kısımlarda konaklatıyorlar. Çünkü Yunanistan’da çekme karavan kültürü çok yaygın. O’nlar yazlık ev kullanmıyorlar, bunun yerine çekme karavanları var ve çocuklarının okulları kapanır kapanmaz karavanlarını kampa çekiyorlar, üç ay boyunca orada yaşıyorlar, 30 Ağustos günü de hep beraber toplanıp evlerine dönüyorlar. Kamplar genelde şehirlerin 50-60 Km. uzağında olduğu için aile reisleri hafta sonu kampa geliyor hafta başı işlerine dönüyorlar. Bütün Yunan kampları böyle yaşıyor. Pek çoğunda motokaravanlar için yer bulunmuyor. Stavros gibi birkaç kamp daha var motokaravanlar için yer ayırabilen.
Selma hanım, Avrupa’da ve Türkiye’de birçok şehir ve ülke gördünüz? Karavan kültürünün ulaşım ve insan ilişkileri bakımından ne farklılıkları vardır? Eksileri ve artıları nelerdir?
Karavancılık açısından Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilk farklılık karavancılığın Avrupa ülkelerinde yerleşik bir yaşama kültürü haline gelmesi, Türkiye’de ise hâlâ hobi olarak algılanıyor olması. Herhangi bir Avrupa ülkesinde ve şehrinde günün hangi saatinde olursa olsun yollarda, oto yollarda karavanlar kaynaşıyor. Sabah ve akşam saatlerinde ise sanki yolda olan her 10 araçtan 4’ü karavan denilebilir. O saatlerde bir yerlerden geliyorlar veya bir yerlere gidiyorlar. Yani Avrupa halkları tarafından bu denli benimsenmiş bir yaşam biçimi.. Hatta Amsterdam’da şehrin ortasından geçen nehrin kenarında boylu boyunca uzanan suda-karavan evler gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Avrupa’lı halklar zaten genellikle küçük evlerde yaşama kültüründen gelen insanlar olarak karavanda yaşamı çok kolayca benimsemişler. Ayrıca Avrupa ülkeleri yaşama standartlarını, insan haklarını, adalet mekanizmasını ta orta çağda yoluna koyduğu için oralarda insanlar belli yaşam kalitesine ulaşabiliyorlar. Türkiye’de ise Avrupa ülkelerinde işleyen kurallar hâlâ yerlerine oturabilmiş değil, insanlar birçok şeyden korkarak yaşıyorlar. En önde gelen sebep de ülkemizde gelir dağılımının adil olmaması neticesinde insanların büyük çoğunluğu dar gelirli. Karavan yaşamına geçebilecek parayı gençlik yıllarında bulamıyorlar. Böylece bizim ülkemiz insanlarının çok küçük bir kısmı karavana ulaşabiliyor o da yaşam biçimi olarak değil de hobi olarak.. Türk kültüründe hep geniş evler, büyük mekânlar ve işe yarar yaramaz olduğuna bakılmadan edinilen eşyalar özellikle Türk kadınının karavancılığa “zor bir şey” gibi bakmasına neden oluyor. Bizim ülkemizin yaşamında kadın çok eşya, (evde ve kişisel) işe yaramasa da gösterişi olan lüzumsuz eşyalardan arınacak kadar kültürel gelişimine önem vermiyor. Eşinin karavan merakına da çoğu zaman “nereden çıktı şimdi bu iş, başka yerlere para harcamak varken” biçiminde düşünüp çoğu karavan gezilerine eşiyle katılmıyor bile. Avrupalı kadın ise eşi var veya yok kendi isterse karavancılık yapacak kadar eşyalardan ve kültürel baskılardan özgürleşmiş durumda. Türkiye’deki kamplara kendi çapında karavanla tek başına gelen Avrupalı hanımlar önceleri bizi de şaşırtmıştı ama sonraları onların ne kadar özgür olabildiklerini görünce saygı duymuştuk.
(Resim: Mısır’dan ehramlar…)
Karavancılık özgür bir kafa ve yürekle istenen, gerçekleştirilen bir yaşam biçimidir. Bu gelişim sürecini tutturamadıkça, karavan sadece hobi olarak kalır. Bir gezimizde bir Mısır’lının karavanını görüp çok şaşmıştık. Adam kırık dökük lisanıyla bize ülkesindeki tek karavana kendisinin sahip olduğunu gururlanarak anlatmıştı. Mühendismiş ve biraz İngilizcesiyle çok şey görme isteğine sahip biriymiş, Türkiye’ye gelmiş karavanıyla sonraki yıllarda Avrupa’ya doğru gitmek istiyormuş.
O da herhalde Mısır’a gelen ve orada bir müddet yaşayan bir Avrupa’lıdan almıştır. Çünkü Mısır’da başka hiçbir yerde karavanın izine bile rastlamadık.
Karavancılığın özgürlük, kültürel gelişim ve para üçlüsüyle ilişkisi asla yadsınamaz. Özellikle batı Avrupa ülkelerinde çok yaygın olan karavancılık doğu Avrupa ülkeleri için söz konusu değildi. Sovyetlerin dağılmasından sonra dağılan Warşova paktı ülkeleri olan Doğu Avrupa ülkeleri 2000 li yılların başlarında AB’ne alınmışlardı hatırlarsanız. AB’ne girdikleri ilk birkaç sene sonra Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Romanya gibi eski doğu Avrupa ülkeleri halkları batı Avrupa’lılardan gümrük birliği dolayısıyla ucuza satın aldıkları karavanlarla kamplarda boy göstermeye başladılar. Aynı şekilde çekme karavanlarını yazın üç ay kamplarda kullanarak ucuz yazlık biçiminde karavancılık yapan Yunan halkı da 2000 yılında AB’ne girdikten sonra Arupa’dan gümrüksüz olarak satın alma olanağı doğunca motokaravanlara geçmeye başladılar. Tabii Ab den aldıkları bütçenin de yardımı oldu.
Ulaşım şartları olarak bakıldığında Avrupa ülkelerinin yolları doğal olarak bizimkilerden daha bakımlı ve güzel ama bizim ülkemizin yolları da genel olarak giderek güzelleşen bir trend sergilerken karavancılık için gayet uygun ve güzel yollar.
Sonuçta diyebiliriz ki bir ülke halkı için karavancılığın gelişmesi toplumsal olarak kültür ve gelir dağılımının gelişkin hale gelmesiyle sağlanabiliyor. Belki de en önce gelir dağılımı düzelen ülkelerde halkın kültürel donanıma ayıracak parası olunca, okuyarak, gezerek, görerek artan kültürü onu karavancılığa yönlendiriyor.
Selma hanım gezileriniz sırasında mutlaka ilginç olaylar ile karşılaştığınız olmuştur? Bu ilginç olay ya da olayları bizimle paylaşır mısınız?
Karavanlı geziler sırasında daima ilginç olaylarla karşılaşılabilir, çünkü gittiğiniz her yer sizin alışılagelen yaşamınızın dışındadır. Zaten karavancılık sizin sıradan yaşamınızdan biraz farklılaşmak, farklı kültürlere açılmak için zamanı ve parayı birbirine denkleştirerek yaşam parçalarınızı değiştirmek hevesiyle kalkıştığınız bir maceradır. Benim anlayışıma göre karavancılığa gönül verenler yaşamın bir yolda gitmek olduğuna inanarak, yolunu yeni güzelliklerle doldurmaya çalışanlardır. Bizim rastladığımız ilginç olaylar hep merakımızın peşine takılıp rotasız yolculuklarımız nedeniyle oluştu. 2002 yılı yaz günleriydi. Güney Almanya’ya yaptığımız geziden dönüyoruz, İtalya’nın güneyinde Napoli şehrine gitmek istedik. Çocukluğumuzda gördüğümüz İtalyan filmlerinde Fellini usta hep te Napoli civarında dolaşır ya.. Napoli ayrıca hırsız yatağı olarak da bilinir. Yolda konuştuklarımız Napoli’de kalınacak yer olmadığını Pompei’’de kalmanın daha kolay olduğunu söylediler. Gerçekten Napoli’ye yaklaşırken ne anlatmak istediklerini anlayıverdik. Sanırım Napoli’ye 15 km. kala bir benzin istasyonuna girdik. Hüseyin ekmek almak için markete gitti, giderken de bana karavanı terk etmememi söyledi. Hava çok sıcak güney İtalya daha da sıcak.. Karavanın orta kapısını açmış, arkada kanepeye yayılmış oturuyorum ki birden bir adam içeri daldı, iki adım atmıştı ki yüksek sesle “Hüseyin bak bakalım ne istiyor” diye bağırdım. İlk aklıma gelen bu olmuştu. Ben seslenince adam yalnız olmadığımı zannetti, “pardon madam” diyerek kendini dışarı attı. Ben de O’nun arkasından fırlayıp orta kapıyı kapatıp kilitledim, öndeki iki kapıyı kilitledim Hüseyin’i bekliyorum. Bizim karavandan çıkan adam bir diğeriyle birlikte üç araç uzaktakine daldı, çok kısa bir zamanda içeriden bir şeyler alıp kaçtılar. Korkuyla Hüseyin’i bekliyorum O da bir türlü gelemiyor. Epey zaman sonra geldi. Elinde kocaman bir köy ekmeği.. Meğer orada bir Türk tır şoförüne rastlamış. Hangi şirketin olduğunu unuttum, on gün önce o şirketin tırını çalmışlar, şoförü öldürüp tırın dorsesiyle birlikte yol kenarına atmışlar. Tırı bulan İtalyan polisi şirkete haber verince şirket bu şoförü göndermiş, incelemeler bitince bu şoför dorsesi olmayan tırla öldürülen şoförü Türkiye’ye götürmek üzere bekliyormuş. Bunları duyunca iyice korktum. Anladım ki oldukça tehlikeli bir durumu tesadüfen atlatmışız. Hüseyin’in yüzüne korkuyla bakıyorum, “gitmesek mi acaba” deyiverse hemen atlayacağım; “tamam kaptan sonra bir ara gideriz”.. Ama nerede O kafaya koymuş, zaten çok gözü kara bir insan, ben de sesimi çıkaramadım, öylece yoldayız. Napoli’ye girerken, pasaportlarımızı paralarımızı kargo şort ceplerimize yerleştirdik ve Napoli’ye girdik. Çöpçülerle belediye arasındaki ücret pazarlığında başarı sağlanamayınca çöpçüler greve girmiş, her yerde çöp dağları, leş kokuyor ortalık. Bu şehirde bu hep oluyor galiba, sonraki yıllarda birkaç defa daha gidişimizde hep çöpçülerin grevlerine rastlamıştık. Neyse işte hırsıza karşı tedbirler, çöplere dalmadan yürümek gibi eylemlerle kazasız belasız Napoli’yi dolaşıp, kalmak üzere hemen 50 km. uzaktaki Pompei’ye ulaştık. Dosdoğru Pompei kampa daldık. Kampın sahibine kampının güvenli olup olmadığını sorduğumuzda adam çok güldü.. ”Buraya kadar sağ salim gelmişsiniz ya burada emniyettesiniz” dedi. Neden olduğunu da sonra anladık, kapıda üç bekçi ve kampta dolanan üç kurt köpeği.. karavancılar rahat rahat oturuyorlar. Hiç unutmam o akşam kent merkezinden aldığımız kızarmış tavuk ve şaraptan oluşan masamızda üç Alman kurt köpeği misafirimizdi. Sadık bekçilerimiz uslu uslu oturarak bizimle birlikte tavuk yediler. Üç köpek ve biz güzel geceydi.. Sabah kalktığımızda ne görelim; Üç köpek de bizim karavanın etrafına sıralanmışlar orada uyumuşlar, bizim uyanmamızı bekliyorlarmış sanki.. Biz karavandan inince şöyle bir bakındılar ve kampın içlerine dağıldılar. Akşamki tavuk ziyafetinin bedelini bütün gece bizi bekleyerek ödemişler yani.. Çok gülmüştük hallerine.. ne de olsa Napoli civarı köpekleri, görev ve sadakat duyguları bir arada gelişmiş…
(Resim: Napoli yolundayız.)
Yine bizi şaşırtan güzel anılardan birini orta İtalya’da Bari limanında yaşadık. Yugoslavya’nın dağılmasının üzerinden hemen birkaç yıl geçmiş ve biz Hırvatistan’a gitmek istiyoruz. Yunanistan’dan Makedonya yoluyla Arnavutluk’a girip, buradan devam ederek Gırna Gora’dan Dubrovnik’e geçeceğiz. Ama öğrendik ki Gırna Gora ile Hırvatistan arasında Sırbistan’a ait 5-6 km.lik sahil şeridi Sırbistan’a ait ve Sırp vizesi olmadan oradan geçirmiyorlar, Sırp vizesi zor olduğu için almamıştık. Bu durumda yolu çevirdik, Yunanistan’ın İgoumenitsa limanından sabah saatlerinde gemiye bindik, 9,5 saatte Adriyatik denizini geçerek akşamüzeri saat 5 te Güney İtalya’nın Birindisi limanına indik. Koskoca limanda İtalya narkotik polisi bütün çıkan araçları ablukaya alıyor ve özellikle karavanlarının içini dışını arıyorlar. Karavanımıza köpeklerle girdiler ve sonra kollarımızı açtırdılar, inanamadık ama uyuşturucu kullanıp kullanmadığımızı arıyorlarmış.. Bu bizi çok sinirlendirdi ama yapacak şey yok, tam o sıralar uyuşturucu kaçakçısı Türk’ler yakalanmış, hepimiz böyle eziyet çekiyoruz. O sinirle polis kontrolü bitince hızla otobana daldık ve yol devam ederken ani bir kararla Bari limanına indik, bir gece gemisi bulursak Bari’den, Dubrovnik’e geçeceğiz. Bari limanına girer girmez etrafımız çevrildi.. Bu ne be diyene kadar anladık ki, Türk tırlarının gruplandığı bölgeye gelmişiz bilmeden. Orada bir muhabbet.. “Abim yengemin bir ihtiyacı var mı” soruları havada uçuyor. Niyetimizi anlattık. O’nlar gide gele oraların kurdu olmuş. Hemen koşuştular, bize Dubrovnik’e gitmek üzere gece kalkacak olan gemi için ucuz bilet bulabileceğimiz yeri, karavanın suyunu tamamlayacağımız çeşmeleri gösterdiler, yorgunluk çayı ikram ettiler ve gece 11 de kalkan gemiyle yola çıkıp Adriyatik’i bir daha geçtik sadece 5-6 km. kara yolunu geçemediğimiz için.. Sabah 5 gibi gemi limana girmek üzere.. karavanın olduğu bölmeye gidemiyoruz, bir sabah çayı yorgunluğumuzu alacak geminin çayhanesine indik, çay yok, ot kaynatıp içiyorlarmış biz içemeyiz ki alışık değiliz. “Kahve ver bari” dedik. İşte içtiğimiz en unutulmaz kahve onlardı. Koskoca bardağın dibinde karanlık üç parmak su.. “Bu ne be” diye bağıracağız utanmasak; meğer nohut suyu gibi bir şeymiş. Savaştan çıkalı birkaç yıl olmuş ya… Her şey kıt ancak bu var.. Sonraki yıllar gidiş gelişlerimizde bunun acısını çıkardık ama.. Hırvatistan’da hep çok güzel kahveler bulup içebildik O’nlar ekonomilerini toparlamışlar sonraları tabii ki..
Bir diğer ilginç anımız da ilk motokaravanımız Fordla Hisarönün kampta kaldığımız ilk gece oluştu. Zaten her tarafı bir heves tamir edilmiş karavan ama üstteki havalandırmanın sineklik telleri yok. Yaz gecesi sıcakta her yeri kapatıp uyumak mümkün değil, havalandırmayı açık bırakıp yattık. Kampın her yanı yüksek okaliptüs ağaçlarıyla kaplı, gece esintisinde püfür püfür uykuya daldık. Bir ara küçük bir tıkırtıyla uyandım ve adeta ödüm patladı. Karavanın içinde beyazlara bürünmüş bir varlık yürüyor. Yanıma baktım Hüseyin yok.. Tam bağıracaktım, elini çarşaftan çıkarıp “sus” işareti yaptı. Ve ardından bir duvardan bir duvara kendini çarpan yarasa.. Meğer tepedeki havalandırmanın 3 cm.lik aralığından nasıl becerdiyse bir yarasa içeri düşmüş çırpınıp duruyor, çıkamıyor. Hüseyin uyanmış, kapıyı açmış, kendisine çarpıp ısırmasın diye çarşaflara sarınmış tarasa kovalıyor. Biraz sonra yarasa açık kapıdan fırladı gitti. Biz de kapıyı havalandırmayı her yeri kapadık içerisi hamam gibi öyle uyuduk. Sabah ilk işimiz, yanımızdaki sırt çantasının iç filesini keserek havalandırmaya monte etmek oldu.. O yaptığımız sarma iki yıl bizle gezdi, satın alan gördüğünde çok gülmüştü. Tabii sonraki her karavan yaptırdığımızda sinekliklerin çok önemli olduğunu bilenler olarak orijinal havalandırmalar yaptırdık.
Avrupa gezilerinizde yolları, kampları, alışveriş ve görülecek yerleri bakımından nereleri önerirsiniz?
Karavanla Avrupa gezileri özellikle uzun zaman ayırılabildiğinde yapılabilen geziler. Aksi halde tır şoförü gibi sadece yol gider, hiçbir yerde fazla kalamadan döner gelirsiniz. Yollar açısından bakıldığında bizim batı sınır kapılarımızdan çıktıktan sonra bütün yollar güzel ve uygun. Kamplar açısından deniz tatilini de gezilerine sığdırmak isteyenler için Hırvatistan kampları özellikle güzel. Çok büyük oldukları için yer bulamamak söz konusu değil. Yunan kampları için aynı şeyi söyleyemem. Kendileri çekme karavanlarını yerleşik olarak kullandıkları için yaz aylarında Yunan kamplarında yer bulmak genellikle mümkün olamıyor. Göl kenarlarında yapılacak kamplı tatiller ve geziler için Avusturya, İsviçre ve Güney Almanya (Bavyera) çok güzel olur. İtalya gezisi ise özellikle Kuzeyi alış veriş isteyenler için uygun ama çok ucuz değil. Ayrıca İtalya’nın deniz tatili için düşünülmesi çok zor. Hem denizleri çok güzel değil, hem de bütün Avrupa ülkeleri yazın deniz için İtalya’ya indiklerinden kamplarında yer bulunamıyor ve bu nedenle de kampları oldukça pahalı. Alışveriş biraz daha yakın çevrede Makedonya’da özellikle Ohrid kentinde çok canlı. Ohrid’in kampları da ilginç. Yunanistan’a hemen sınır komşusu görülesi bir yer. Kampçılığın en gelişmiş ülkeleri bana göre bunlar. İspanya Portekiz de alış veriş için olabilir uzak olmasına rağmen.. Fransa pahalı bir ülke herhalde biz Türk’ler için buraya alış verişe gitmek çok uygun değil. Bulgaristan ve Romanya’yı karavancılık için hiç önermem, denizleri iddialı adı üzerinde Karadeniz. Halkları karavancılığa çok alışkın değil. Rahat edememe ihtimali yüksek yani.
Tam olarak bilmiyoruz, ama şöyle dışarıdan baktığımızda çok fazla karavan çeşitleri var. Öncelikle uzun karavan yolculukları yapmak için nasıl bir karavan tercih edilmeli, aracın bakımları, iç düzeni vb. özelliklerden nelere dikkat etmeliyiz?
Uzun karavan yolculukları düşünüyorsak önce bir konuda netleşmemiz gerekir. Gidilecek yollar mı uzaklardır, yoksa karavanda yapılacak tatil mi uzundur. Karavanla uzun ve bir kampta tatil alışkanlığı varsa çekme karavanlar içlerinin rahatlığı ile özellikle en elverişli araçlardır. Örneğin Burhaniye – Ören’deki Altın kampa çekme karavanları ile her yıl gelen emekli Alman aileler tam üç ay bu kampta konaklıyor ve iyi bir tatil geçirdiklerini düşünüyorlar. Biz de onları teyit ediyoruz aksi halde 35 yıl boyunca ayni biçimde davranmazlardı. Bu tür tatil kampın bütün olanakları ile karavanın iç rahatlığını ve özgürlüğünü birleştirmesi açısından çekme karavan kullanımı için ideal bir tarz. Bu tarz tatil yapmak isteyenler motokaravana sahip olmanın yüksek maliyetine kesinlikle katlanmamalılar. Bu tarz Yunanistan’da çok yaygın kullanılıyor ancak böyle bir tarza karavancılık demek de pek uygun olamıyor doğada tatilcilik demek en uygunu. Diğer yandan bir kampa bağlı kalmadan birçok yeri gezip görerek uzun zaman tatil yapmak isteyenler için motokaravanlar gerçekten çok iyi seçim oluyorlar. Yürüyen eviniz sırtınızda adeta kaplumbağa gibi istediğiniz yerde çekin kenara, yatın kalkın, gezin dolaşın, yiyin için, orayı öğrendiniz işiniz bitti mi haydi başka diyarlara.. Bu türlü geziler için de motokaravanlar sizin kullanımınıza bağlı olarak iki biçimde olabiliyor. Bunlardan bir tanesi çıplak şase kamyonetlerin üzerine özel olarak imal edilmiş alkovanlı ( şoför kısmı üzerinde yatak bulunan) veya semi integriet (Şoför kısmı üzerinde eşya deposu bulunan) diğeri ise kapalı kasa panelvanlar içine imal edilmiş karavan modelleri. Bunların her ikisi de uzun ve çok hareketli geziler için uygun. Panelvanlar daha ucuza yaptırılabiliyor, diğerleri daha yüksek fiyatlı. Dağ tepe gezecekseniz panelvanlar kompakt ve daha küçük, daha kıvrak olması açısından daha uygun. Şehirler arası yollarda ve şehirlerde gezecekseniz içlerinin daha geniş, daha konforlu olması açısından alkovanlı ya da semi integriet motokaravanlar daha uygunlar. Yurt içinde gezecekseniz motokaravanınızın hangi marka araç olduğu hiç önemli değil ama yurt dışına çıkıyorsanız gittiğiniz yerde hangi marka araçların çok kullanıldığına dikkat edin çünkü en çok kullanılan araçların yaygın servisleri vardır ve aracınızın herhangi bir arızasında servis bulamama riski yaşamazsınız. Bizde her usta her araca bakar. Sınırlarımızın dışına çıkınca bu güzelim güvence bitiyor. “Şu sanayiye uğrarım sorunumu çözerler” lüksü sadece güzel Türkiye’mde var. Dışarılarda zorlanırsınız. Örneğin KİA araca yapılmış motokaravan veya KİA, Hyundai gibi panelvanlarla Avrupa ülkelerini düşünmeyin, oralarda bu araçları kullanmıyorlar dolayısıyla servisleri de yok. Ama Ford ve Fiat ile çok rahat olursunuz her yer servisleriyle dolu.
Gezilerinizde ve kamplarda sıklıkla gördüğünüz Alman plakalı karavanlar var. Karavan ile gezenlerin çoğu neden Alman?
Türkiye’de ve Birçok Avrupa ülkesinde kamplarda ve yollarda her zaman yerleşik olarak tatil yapan veya bir yerlere ulaşmak üzere hareket halinde olan pek çok karavan gördük. Yanılmıyorsam her zaman en sık rastlanan Alman Plâkalı karavanlardı. Bu olgunun en önemli nedeni karavan yapımcılığının Almanya’da önemli bir sanayi kolu haline gelmiş olması. Almanya’da karavanlar fabrikasyon ürün olarak birkaç güçlü firmanın arzı ve talebi yüksek malları. O firmalar daima depolarında gelişmiş pek çok çeşitle çekme ve motokaravan bulunduruyorlar, her yıl yenileri eklenen onlarca model alıcısını bekliyor. Her zevke her gelir sınıfına göre büyüklüğü ve tipleri farklı yürüyen evler müşteriler tarafından seçiliyor. Avrupa’nın en büyük karavan firmaları Almanya’nın.. Ardından Hollanda, Danimarka, isveç, Norveç gibi ülkeler de sıralanıyor. Ama onların Alman firmaları kadar güçlü olduklarını söylemek pek de mümkün değil. Daha ufak çaplı üretimdeler ve Pazar payları da Almanya ile rekabet edemiyor. Almanya’da karavancılık sektörünü destekleyen gezi kültürüne dönük yaklaşık bütün dünyanın görülecek yerlerini inceleyerek, insanlara haber veren çok geniş alana yayılmış belge-kitap-harita-kamçılık-kamp bölgeleri ve kamplara ait yazılı yayınlar da ( örneğin ADAC rehberleri) halkın hizmetine çok ucuz olarak sürülüyor. İkinci dünya savaşının ardından silahlı kuvvetler bulundurması yasaklanan Almanya diğer ülkelere göre hızla zenginleşerek ( silah sanayii harcamaları olmadığı için) halkının kültürüne daha çok kaynak ayırmış olabilir. Bundan başka zaten otomotiv sektöründe çok güçlü olan Almanya’nın karavan yapımcılığında başı çekmesi ve halkı iyi fiyatlı araçlarla özendirmesi doğal sonuç gibi görünüyor.
Şu ana dek karavan ile kaç km. yol kat ettiniz? Ayrıca yurt dışında kaç ülkede dolaştınız?
Bütün gezilerimiz boyunca ne KM. yol yaptığımızı söyleyebilmem mümkün değil.. Çünkü biz birbirimizi tanıdığımız ilk günden itibaren kara, hava, deniz yoluyla aklımıza gelen her yere bazen binek araba, bazen motokaravan, bazen gemi-otobüs birlikteliği, bazen uçak-araç kiralama gibi aklımıza gelen çeşitli metotlarla gezdik. Yıllar boyu Portekiz hariç bütün Avrupa ülkelerini en güneyinden en kuzeyine, Avrupa’nın insan ayağı değen son noktası NORDKAPP’a kadar, Kuzey Afrika ve birkaç Orta Doğu ülkesi, kuzeyden güneye bütün batı Rusya’yı defalarca dolaştık ama km. olarak bunun ne kadar olduğunu söylemek mümkün değil. Bir kaydını tutmamışız.
(Resim: Karavanla gittiğimiz Nordkapp’tan bir anı…)
Türkiye’de önerebileceğiniz en iyi kamp merkezi nerelerdedir?
Türkiye’de bundan 20 yıl önce çok güzel kamp alanları vardı. Ancak ülkeye turist çekme hamlesi adı altında özellikle deniz mevsiminin uzun olduğu ve eski medeniyet kalıntılarının ortaya çıkarılmaya başlandığı özellikle güney bölgelerimizde paranın cazibesine dayanamayan toprak sahipleri kamp alanlarını kapatarak otelciliğe geçtiler. Yani minimalist yaşam biçimi lükse özenen yaşam biçimine yenildi. 5 yıldızlı otel yapımına verilen teşvikler bu otellerin çok kısa bir zaman diliminde pıtrak gibi çoğalması, örneğin doğu Akdeniz’de muz bahçeleri içindeki, güney Ege’deki mandalina bahçeleri içindeki kampları yok ederek yerine oteller dikildi. Bu otellerin ardından o yöreler insanları kalan kampları da ev pansiyonculuğuyla değiştirdiler. Geriye daha gelişemeden yok olan kampçılık örneği az sayıda kamp kaldı. Yine de kalan kamplar kampçılığı seçmiş insanlar tarafından değerlendiriliyor. Ülkemiz karavancıları kamp bulamadıkları yörelerde, pansiyon sahipleri, restaurant sahipleri gibi bazılarının bahçelerinde araçlarına elektrik, su almak ve çok fazla olmayan bedeller ödemek şartıyla kampçı biçiminde güvenle konaklıyorlar. Ayrıca Ege ve Akdeniz’in fazla turistik olmayan ilçelerinde hâlâ sahillerde, parklarda ücretsiz olarak konaklayabiliyorlar. Kamplara girmek isteyenler için Çanakkale-Eceabatta Kum Kamp, Assos’da Nil kamping, Kuzey Ege’de Balıkesir’in kazası Ayvalık-Cunda adasında Ada kamping, yine aynı ile bağlı Burhaniye-Ören’de Altın kamp, Güney Ege’de Selçuk-Pamucak’ta Dereli kamping, Marmaris Hisarönü’nde yan yana Evcan kamp ve Hisarönü kamp, Ekincik’te Arap dayının yeri, Pamukkale’de Dolphin kamp, Antalya’nın ilçesi Kaş’ta Kaş kamping ve Kaş’tan Kalkan yoluna çıkarken 3. Km. de Olimpos kamp, Alanya’da Perle kamp, Anamur’da Paradise kamping, Datça yolunda Ak-Tur kamp, Taşucu’nda Ak Çakıl kamp, Ürgüp Göreme’de kaya kamping, Akçakoca’da Tezel kamping, Sinop’ta martı kamping, Samsun’da deniz kenarında Belediyenin işlettiği kamp en güzelleri arasında sayılabilir.. İstanbul yakınındaki hafta sonu geçirilecek kamplar da özellikle çalışma hayatı süren kısa tatilleri olan genç karavancılar için özellikle cazipler. Bunların en bilinenleri Silivri-Semizkum bölgesindeki Semizkum kamp denize 250 metre cephesiyle hem yazın faydalı hem de kışın romantik bir kamp. Bizim sevdiğimiz kamplar arasında olan bu kamp uzun yıllar hafta sonu gezilerimizde yerini aldı. Şile’de İstanbul kamp yine ayni özellikleri taşıyan güzel bir kamp.. Bu iki kamp da kendileri de bir zamanlar karavancı olan dostlarımız tarafından işletiliyorlar. Ama bu kamplar dışında gittiğiniz her yerde karavancı gözü ile inceleyip ilçelerin uygun yerlerinde veya önünüze çıkabilecek daha az düzenli kamplarda da kalabilirsiniz. Yurt dışından gelen turist karavancılar da çoğu zaman bu yolu tercih edebiliyorlar. Ülkemizin iklimi ve doğa harikası yapısı karavancılığa çok uygun olduğu gibi, diğer ülkeler halklarından daha sıcak ilişkiler kuran bir halk olmamız nedeniyle Türkiye’de sokaklarda kalmak hâlâ emniyetli.
İlk defa karavan ile yurtdışına gidecek olanlar için hazırlaması gereken belgeler nelerdir?
İlk defa karavanla veya herhangi bir kara taşıtıyla (çünkü o da aynı sisteme dahil) kara gümrüklerinden yurt dışına çıkacaklar için şu belgeler gerekiyor.
1 – Öncelikle araçta seyahat eden her fert için en az 1 yıl geçerli pasaport ve multi (çoklu giriş çıkışlı) schengen vize. Çünkü Yunanistan da Bulgaristan da schengen ülkeleridirler. Başka bir vize ile batı kara sınır kapılarımızdan çıkamazsınız. (Doğu sınır kapılarımızda ise Gürcistan, İran vizeleri söz konusu..) Zaten öyle olması daha iyi; Çünkü bir schengen vize aldığınız zaman İstediğiniz bütün Avrupa ülkelerine girip çıkabiliyorsunuz.
2 – Aracın ruhsatı ve trafik sigortası yanınızda olacak.
3 – Seyahate çıkmadan önce ruhsatınız ve trafik sigortanızı göstererek Türk Turingten (İstanbul Seyran tepedeki merkezinden veya İpsala Türk gümrüğündeki Turing bürosundan) green card alıyorsunuz. Green card aracınızla AB ülkelerinde yapacağınız herhangi bir trafik kazasında karşı tarafın hasarı ödemek üzere yapılan bir sigortadır. Süresi gümrükten çıktığınız gün başlayarak kalmak istediğiniz gün kadardır. En kısa green card süresi 15 günlüktür. Sonra kademeli olarak 1 ay, bir buçuk ay, 2 ay gibi süresi artar. Tabii fiyatları da süresi ile birlikte artar. Bir motokaravan için 15 günlük fiyat 100 euro civarındaydı hatırladığım kadarıyla. Geçen yıl binek araba ile İpsala’dan çıkmıştım. Binek arabanın 15 günlük green card ücreti 63 euro, iki aylığı 110 euro idi. Motokaravan her zaman daha yüksek bir fiyat oluyor. Green card olmadan giriş çıkış yapamazsınız. Satın aldığınız sürenin sonunda da ülkeye Türkiye’ye giriş yapmalısınız.
4 – Eğer yeni ehliyetlerden aldıysanız başka bir ehliyet istenmiyor ama eski ehliyetlerin sahibiyseniz Turingten bir yurt dışı ehliyet alıyorsunuz. Beş dakikada veriyorlar bir yıllık olarak ama 2 adet vesikalık resminizi ve 460 liranızı alıyorlar. Bir yılın sonunda bu ehliyetin süresi bitiyor ama bir yıl veya birkaç yıl sonra gidip o ehliyeti vize ettirebiliyorsunuz tabii bu defa yine 2 resim ve 215 lira vererek.
Yurt dışına çıkmak için gereken belgelerin tamamı bu kadar. Yurt dışı niyetiniz varsa ülkemizde başlayan değiştirmelerden yararlanarak yeni Türk ehliyetlerinden almanızı öneririm. Böylece 460 TL. ödeme zorunluluğundan kurtulursunuz.
Eşinizin vefatından sonra karavan ile gezileriniz oldu mu? Ya da birlikte gezdiğiniz bir grup ile seyahatleriniz oldu mu?
Eşimi 2014 Haziranında kaybettikten sonra yaşamım eski güzelliğini bütünüyle kaybetti. Birlikte yaşadığım rüya gibi yıllar sona erdi. Kampçılık açısından da bu kayıp yoldaşlık sevgisi ve dayanışmasıyla bir elmanın iki yarısı gibi yaşayan benim için, gördüğüm en güzel rüyanın bitişi oldu. O’nunla son yaptırdığımız motokaravan penceremin karşısında duruyor, gece son gördüğüm, sabah ilk gördüğüm o oluyor. Onunla eşimin kaybından sonra hiç seyahat yapmadım bazen gün içinde Şile, Boğaz Kilyos gibi yerlere yalnız gidiyorum, geçmişim film şeridi gibi gözlerime doluyor. Biz Rüzgâr Hüseyin ile hep yalnız gezerdik sadece ikimiz. Bütün karavancılar dostumuz kardeşimizdi ama gezileri yalnız kurtlar gibi birbirine dayanan biz ikimiz yapardık. O, ben ve motokaravanımız.. Denizler, karalar, dağlar, bayırlar, ülkeler, şehirler… Öylesine gider, gider, gelirdik anılarımızı torbamıza doldurarak.. Hiç yorulmazdı saatlerce direksiyonda ama eğer uykusu gelmişse ve bir yere ulaşmaya çalışıyorsak ben alırdım direksiyonu. O’nun ardından karavanla ben kaldık anılarımızın içinde. Kampçılık yaşamımız birbirinin parçası haline gelmiş iki kişinin yol ve dayanışma öyküsüydü. Şimdi o öyküyü ben yalnızca sürdürüyorum büyük seyahatlere çıkmadan öylesine O’nu muhafaza ederek, anılarımı koruyarak. Bu böyle devam edecek belki kapımın önünde o karavanın içinde yaşayacağım belki sadece o karavanı seyredeceğim ömrümü tamamlayana kadar. Ama yine gruplarla bir yerlere gitmeyeceğim, kendi gücüme dayanarak kendi anılarımı koluma takarak. Çünkü insan güzellikleri sadece bir defa yaşayabiliyor, yaşanıyor ve bitiyor. Onları tekrarlamak mümkün değil. Sadece muhafaza edebilirsiniz anılarınızı sıkı sıkı saklayarak.
Selma hanım 3 ciltte topladığınız kitapların devamı gelecek mi? Ufukta yeni bir kitap var mı?
Yoldaşımın ardından O’nun gezi anılarını kitaplaştırarak anılarımızı muhafaza ettiğime inanıyorum. İlk üç cilt yayınlandı biliyorsunuz. Şimdi 4. Cildin yayınlanmasını bekliyorum. Sanırım yeni yılın ilk günlerinde yayınlanır. Bu 4. Ciltle birlikte RÜZGÂRIN GETİRDİKLERİ serisi tamamlanmış olacak.
Selma hanım son olarak karavan hayaliyle tutuşan bizler için, yeni yola çıkacaklar için ve bu röportajı okuyanlar için neler söylersiniz?
Bu röportajı okuyanlar için şunu söylemek istiyorum: yaşam bir yoldur. Doğarız yola çıkmışızdır artık, heveslerimiz, sevgilerimiz, meraklarımız, başımıza gelenler, karşımıza çıkanlar hepsi bir yol üzerinde süregiden yaşamımızın parçalarıdır. Birini çok severek O’nun yoldaşlığına soyunduğumuzda aynı heveslerin aynı merakların aynı sevdanın parçası olmuşuz demektir zaten.. Yaşamın tüm yollarında onunla bir bütünün ayrılmaz iki parçası oluruz ve bütün yollar onunla güzel olur.. Ben bu sevdanın en güzel ifadesini yaşam yolunun içindeki karavan yollarında O’na yoldaş olmak O’nunla bir bütün olarak yollara düşmekte buldum. Yollarda rüya gibi yaşadım. Her yol her yolculuk o güzelim rüyaların birbirine eklenen parçaları oldu. İnandım ki yaşamın içinde ne kadar çok yol alırsanız o kadar yaşamış oluyorsunuz, hep yeni yerlerde, hep merak edilen yerlerde.. Anılarınız birikiyor yollarda ve onlar en büyük servetiniz oluyor.. Şimdi hatırlıyorum; Rüzgâr Hüseyin ile soğuk kış geceleri evimizde sıcak çaylarımızı içerken anılar torbamızı döker saçar, hatırlar, sevinir, kışı böyle geçirirken yaklaşan ilkbaharın, yazın, sonra gelecek sonbaharın hayallerini kurardık, geziler nerelere olsa diye düşünürdük.. Sonra ilkbaharın başlamak istediği yarı soğuk günlerde bir sabah marşa basar, fırlar giderdik. Rotasız filan.. Zaten biz hep rotasız gezdik. ROTAMIZ YOLLARDA YAŞAMAKTI. Şimdi O’nun ardında kalan ben yine anılar torbamı döküp saçıp oralara sığınıyorum ve sizlere diyorum ki:
YOLLARA ÇIKIN, YAŞAMANIN BİR YOLDA GİTMEK OLDUĞUNA İNANIN VE BAKIN NASIL SEVGİ DOLU UNUTULMAZ GÜNLERİNİZ OLACAK ANILAR TORBANIZDA.. VE HEPSİ DE EN BÜYÜK ZENGİNLİĞİNİZ OLACAK BİR GÜN…
HOŞÇA KALIN
gezgin sorular / ocak 2017
One Response
Gezgin Sorular’da 2017 muthiş bir röportajla başlamış. gerçekten.! Bir akşam üstü okumaya başlayıp gece boyunca yazının tamamını okudum. Bahsedilen yerleri inceleyerek internetten, sizlerin gözlerinden görmeye çalıştım, Selma hanımın duygularını, yol gösterici tecrübelerini ve tavsiyelerini çok dikkatli inceledim. İnanılmaz mutlu oldum hüzünlendim, yolun başında olsam da doğru yolda olduğumu güzel örneklerle hissederek okumak ve kamçılığı özünde hissetmeye çalışmak kendim ve ailem adına çok sevindirici… Yolunuz açık olsun rüzgar hep sizinle ve bizimle olsun… hüseyin bali izmir