“gezgin sorular”ın yeni gezgini
bir sırt çantalı olan Muratcan…
Muratcan Bey: “gezgin sorular”a hoşgeldiniz. Sizi tanımayanlar için biraz kendinizden bahseder misiniz?
Öncelikle herkese merhabalar. “Gezgin Sorular”da bir de benim hikayemi okumak istediğiniz için teşekkür ederim. İsmim Muratcan Gümüş. Hobi olarak birçok farklı spor dalıyla ilgileniyorum. Tarih aşığıyım ve tarih kitapları okumayı ve bunun yanısıra tarih filmeleri seyretmeyi çok seviyorum. İyi bir tarihçi olabilmeyi ve gezilerimi de işimle kombine etmeyi doğrusu çok isterdim ama sonuç olarak Viyana Teknik Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği bölümünde başladığım lisans eğitimimi tamamladım. Bu süre zarfında bir dönem İskoçya’da Glasgow Üniversitesi’nde misafir öğrenci olarak bulundum. Hemen peşine yine Viyana Teknik’te zemin mühendisliği üzerine yüksek lisansa başladım ve şu sıralar ise gece gündüz bitirme teziyle haşır neşir oluyorum. Tabiri caizse tünelin ucunda ışık göründü, bir aksilik olmazsa kısa zaman içerisinde bitiş çizgisine varacak olmanın verdiği heyacanı yaşamaya çoktan başladım bile. Üniversite süresince bir taraftan öğrenim hayatımı, diğer taraftan da gezilerimi finsanse edebilmek için farklı mühendislik bürolarında çalıştım. İtiraf etmeliyim ki, dolu dolu yaşanılan üniversite yıllarını en çok özleyecek öğrencilerden biri olduğum için şanslı olduğumu düşünüyorum. Öğrencilik hayatım boyunca Yeni Zelanda’dan Suudi Arabistan’a, Polonya’dan Sırbistan’a dünyanın 10 farklı ülkesinden öğrenci arkadaşlarla aynı evi paylaşma sonucu kültürlerini daha yakından tanıma şansına sahip oldum ve bu da daha fazla seyahat etme isteğimi tetikleyici nedenlerden biri oldu. Birçok öğrenci gibi kalın bir cüzdana sahip olmadığımdan sırt çantasıyla yapılan mütevazi seyahatleri tercih ettim ve bunun tadının bir başka olduğunu düşünüyor ve bu konudaki tarzımı değiştirmeyi hiç de düşünmüyorum. Şu sıralar üniversite gezilerimin son halkası olacak dünyanın etrafında şöyle bir dönüp gelebilmenin planlarını yapıyorum, bakalım zaman neler gösterecek…
Blogunuzda yollara düşmeye teşvik edenin dedeniz olduğunu söylemişsiniz. (Dedenize Allah’tan rahmet dileriz.) Dedeniz de bir gezgin miydi?
Teşekkür ederim. Herkesin hayatında yokluğunu derinden hissettiği bir insan vardır elbet. Benim hayatımdaki bu kişi ise geçen sene tam 94 yaşında rahmetli olan dedem oldu. Gençliğini çok daha zor bir dönemde geçirdiğinden bana kıyasla daha çok işi nedeniyle gezip görmüş ve tam anlamıyla da gerçek bir insan sarrafıydı. Tüccar olduğundan Türkiye’nin farklı bölgelerini gerçek anlamda karış karış gezmişliği vardı. Hikayeleri anlat anlat bitmezdi, o anlatır ben dinlerdim. Vefat etmesine yakın anlattıklarını videoya çektim, şimdi bakıp bakıp eski günleri yad ediyorum. Daha 5-6 yaşımda iken elimden tutup beni gezmeye götürür ve yolu aklımda tutmamı isterdi. Eve dönüş yolunda ise arkama geçer ‘hadi şimdi düş önüme ve beni eve götür’ diye benden klavuzluk yapmamı isteyerek beni cesaretlendirirdi. Şu an en çok da bunları özlüyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Gezilerinize ilk olarak okula gidebilmek için Adapazarı-İstanbul arası tren ve vapur yolculuklarıyla başladığınızı söylemişsiniz. Peki genelde hangi ulaşım aracını tercih ediyorsunuz? Ayrıca bu araçlar arasından en çok zevk aldığınız ulaşım aracı nedir?
Benim hikayem İstanbul-Adapazarı hattında başladı. Önce Zeytinburnu’ndan (şu an hizmet dışı olan) Sirkeci-Halkalı banliyö treniyle Sirkeci’ye, oradan yürüyerek Karaköy’e, Karaköy’den vapurla Haydarpaşa’ya ve Haydarpaşa Garı’ndan da trenle Adapazarı’na giderdim. Okulun yurdunda kalır ve cuma akşamı yine İstanbul’un yani evin yolunu tutardım, ta ki Pazar akşamı Adapazarı’na okula dönüş yolu gözükene kadar. Evden çıkıp okula varmam tam beş saatimi alırdı. Aslında Bayrampaşa Otogarı’ndan otobüsle gitsem daha kısa zamanda okula varabilirdim ama ben haftalık harçlığımdan daha fazla artırabilmek için daha ucuz olan treni tercih ederdim. Ayrıca trende hep yaşlı teyzelerin yanına oturduğumdan beni torunları gibi severler, sohbetimiz esnasında o kadar yolu tek başıma gittiğimi öğrenince de şaşırırıp mükâfat olarak genelde trendeki seyyar satıcılardan aldıları bir meşrubat ya da gevrek bir İzmit simidi ile beni ödüllendirirlerdi. Bu, istisnasız her hafta tekrarlanan bir olaydı. Doğruyu söylemek gerekirse tren bana ucuzdan çok neredeyse bedavaya gelirdi. Örneğin Adapazarı’ndan İstanbul’a giderken tam bilet almak yerine sadece Adapazarı-İzmit bileti alır, yolun geriye kalanını kaçak giderdim. O zamanlar dikdörtgen şeklindeki yeşil karton biletler vardı, şu an nasıl bilmiyorum. Yaşlı teyzelerin yanına oturma nedenlerimden biri de, genelde kondüktörler İzmit’te değiştiğinden yeni gelen kondüktörün beni yanlarına oturduğum yaşlıların torunu sanıp bilet falan sormamalarıydı. Her şeye rağmen tedbiri elden bırakmaz, olur da kondüktör şaşırıp bana da bilet sorar diye yanımda hep tarihini kalemle kendim değiştirdiğim eski bir bilet bulundurudum. Yolculuk sona erince benim güzel teyzelerimden eski biletlerini almayı da ihmal etmezdim böylece. Ortaokul kariyerimdeki en büyük övünç kaynağım ise üç senelik Adapazarı-İstanbul tren kariyerimde sadece ve sadece bir defa yakalanmış olmam idi. İşin en acı tarafı ise bunun en son yolculuğumda başıma gelmesi oldu Yol parasından artan parayla da toptancıdan karton çikolata satın alır ve kâra yarı yarıya ortak olacak şekilde sınıftan bazı arkadaşlarıma sattırarak paramı çoğaltmış olurdum. Bu yolla en ‘zengin’ öğrencilerden biriydim ve yurtta birine para lazım olduğunda önce bana gelirdi. Bunun sonucunda da en bıcırık ve en dokunulmaz öğrencilerden biriydim ve herkes beni severdi. Kısacası geçmişte yaşadığım bu olaylar nedeniyle de trenlere karşı ayrı bir sempatim var desem yeridir. Bir de trenle yaptığınız yolculuklarda yanınıza oturan insanlar sık sık değişiyorsa en güzeli de budur diye düşünüyorum. Bu nedenle de Trans Sibirya Ekspresi’nin ilk durağından son durağına uzunan uzun bir yolculuk yapmak hep hayallerimin arasında.
Ayaklarınızın kaşınması küçük yaşlarda başlamış, hatta gezilerden dolayı Üniversitenizin uzadığını söylemişsiniz. Kariyerinizi bile etkileyebilecek olan bu geziler hangi rotayla başladı?
Bu konuya biraz açıklık getireyim: Avusturya’da eğitim sistemi bizdekinden biraz farklı olduğundan ve bir de Viyana Teknik Üniversitesi’nin tutucu eğitim şartları nedeniyle bazen bir dersi geçmek için sözlü sınav dahil 4-5 sınav yapmak gerekebiliyor. Bunun sonucu olarak üniversite Amerikan sistemine oranla daha uzun sürüyor. Hiçbir sosyal aktiviye katılmadan sabah akşam ders çalışan bazı istisna öğrenciler dışında genelde herkes okulu ‘uzatmak’ durumunda kalıyor. Bir de buna okulun yanısıra yarı zamanlı çalışmanız eklenirse az biraz daha fazla zamana ihtiyacınız oluyor haliyle ama Avusturya’da bu çok normal ve neredeyse tüm öğrenciler okulun yanısıra bir işlerle uğraşıyor. İşin güzel tarafı ise teknik bir bölüm okumanın verdiği avantaj ile klasik öğrenci işlerine kıyasla daha iyi kazanabileceğiniz mühendislik bürolarında kendi branşınızda çalışma şansına sahip olabiliyorsunuz. Böylece benim de yaptığım gibi bir taraftan kendi alanınızda iş tecrübesine, diğer taraftan da biriktirdiğiniz paralarla gezme imkanına sahip olabiliyorsunuz. Daha fazla gezmek isteyince daha çok çalışmak, daha çok çalıştıkça da daha çok gezmek sonra yine daha çok çalışmak derken sınırlarınızı bilerek ipin ucunu kaçırmadıkça sorun yok. Tüm bu süre zarfında da en çok buna dikkat ettim. Bugün okula yeniden başlasam her şeyi şu ana kadar yaptığım gibi yapardım diye düşünüyorum. Ayrıca benimle okula başlayan arkadaşlardan geri kaldığımı da söyleyemem. Kariyer? Kendisiyle pek aram olmasa da işlerin yolunda gittiği bir gerçek.
Muratcan Bey, Blogunuzdan gördümüz kadarıyla aralarında Türkiye’nin de olduğu 39 farklı ülkeye seyahat etmişsiniz. Bu ülkeler arasından kendinizde hayranlık uyandıran ve her gezginin mutlaka görmesini istediğiniz birkaç yer söyleyebilir misiniz?
İran’ı çok sevdim. Burnumuzun dibinde gidip görülmesi gereken harika bir ülke olduğunu düşünüyorum. İnsanları öyle vizonteleden duyduğumuz gibi değil, en azından ülkede 80.000.000 Ahmed-i Nejad yok. Siyasileri hakkında söylenebilecek sözler malum ama insanları hakkında fazlasıyla gereksiz önyargılara sahip olduğumuz da bir diğer gerçek. İran’da şansıma hep iyi insanlara ve olaylara denk geldim. Maku’dan Tebriz’e giderken otobüste tanıştığım benim gibi öğrenci bir arkadaşın diğer arkadaşlarıyla paylaştığı bir öğrenci evinde 3 gece kaldım. Tahran’da da durum farklı olmadı. İlk defa bir ülkede Türk olduğumu öğrenen insanlardan özel muamele görmem belki de bu düşüncelerimde önemli bir faktör oldu.
Bir diğer favorim ise işgal altındaki Filistin topraklarının bir parçası olan Kudüs şehri. Özellikle de geceleri Kudüs’ün daracık ara sokaklarında kaybolmak, Kubbet-üs-Sahra’nın yanında çocuklarla top oynamak… Hepsi unutulmaz anılar olarak hafızamdaki yerlerini aldılar.
Türkiye’de ise Hasankeyf’i çok sevdim. Ilısu Barajı nedeniyle belki de bir daha gelip göremem endişesiyle hep içim kıpır kıpır sürdüm Hasan’ın Keyf’ini. Hatta kış aylarında gittiğimden bir taşın üzerine oturup o güzel manzarayı seyrederken soğuktan öyle bir üşütmüşüm ki, döndükten sonra üç haftada kendime zor gelmiştim ama değdi.
Hemen hemen her gezgin az parayla çok yer gezmeye çalışır. Az para ile çok yer gezmenin sizce püf noktaları nelerdir?
Gezmeyi seven herkes tarafından bilindiği üzere bu işin tek bir püf noktası vardır; lüksten feragat etmek, edebilmek. Gerisi zaten kolay. Lüksten feragat ederseniz, örneğin çok paraya bir otel odasında değil de uyku tulumuzda orada burada ya da birisinin evinde ücretsiz konaklayabilirsiniz. En kötü ihtimal hosteller ellerinizden öper. Böylece yollarda konaklamaya fazladan masraf yapmaktan kurtulur ve cüzdanınızda oluşacabilecek kocaman bir deliğin açılmasına meydan vermemiş olursunuz. Bir diğer konu da yiyip içme olayı. Örneğin Viyana’nın çok pahalı bir şehir olduğunu söylerler. Siz gidipte Hotel Sacher’in restoranında öğle yemeği yerseniz ucuz olmayabilir evet ama 1,5€ da karnınızı doyuracak yerler bulabilirsiniz. Ulaşım deseniz o da öyle. Taksiye binmektense bir şehri yürüyerek ya daha toplu taşıma araçlarını kullanarak gezebilirsiniz. 5-10 €’ya uçak biletleriyle seyahat etmiş biri olarak, bir yere gitmek istediğinizi çok önceden bildiğiniz halde son güne kadar bekleyip uçak biletlerine dünya para vermenin de cüzdanınıza iyi gelmeyeceğini hatırlatmak isterim. Bu konuda neredeyse tam bir sene öncesinden biletlerini alan Avrupalı ve özellikle de İngilizlerden öğrenecek çok şeyimiz var. Tüm bunların dışında bir yere gittiğinizde önce üniversite öğrencilerini bulun, şartlar nedeniyle en ucuz yerleri bilen kişilerin öğrenciler olacağını unutmayın. Bu nedenle de bir yere gidince önce orada bir üniversiteye uğrar, daha sonra tavsiyeler üzerine gideceğim yerleri belirlerim.
Gezilerinizi bir blogda toparlayıp kitlelere sunmak size neler kattı?
Çok çalışkan bir blog yazarı olduğumu iddia edemesem de elimden geldiğince bloğuma içerik eklemeye çalışıyorum. Sonuç olarak özellikle de seyahat etmeye yeni başlayan öğrenci arkadaşlara fikir vermeye çalışıyor ve bunun sonucunda da pozitif mesajlar alıyorum. Aynı şekilde okuldaki arkadaşlardan ‘nereye gidelim, nereyi tavsiye edersin’ tarzı sorular almak ve sadece yol hikayelerimi dinlemek için beni evlerine davet etmeleri sonucu sürekli yeni insanlarla tanışma şansına sahip olmam doğrusu hoş bir durum. Bunun yanısıra kendisiyle yollarda daha yakından tanışma şansına sahip olduğum fotoğrafçılık hobim nedeniyle de bloğuma eklediğim yazılardan çok fotoğraflarla daha fazla zaman geçiriyorum. Sonuç olarak ise fotoğraf galerisinde şu an itibariyle 500.000’den fazla tıklanma olması ve hobi fotoğrafçısı arkadaşlardan da güzel mesajlar almak da işin güzel bir diğer boyutu.
Sırt Çantalı bir gezgin olarak çantanızda neler taşıyorsunuz? Olmazsa olmaz dediğiniz alet ve gereçler nelerdir?
Genelde çabuk kuruyan ve hafif malzemelerden oluşan araç gereçleri kullanmayı tercih ediyorum. Elektronik eşyalardan ise bir tek Japon arkadaşım Nikon yanımda olanlardan. Fotoğraf ekipmanı dahil sırt çantamın toplam ağırlığı 13 kiloyu geçmiyor. Detaylı bir listeye buradan ulaşabilirsiniz:
http://sirtcantaligezgin.com/index.php/yolahazirlik
Blogunuzda “En Uzun Yollar Bir Küçük Adımla Başlar” demişsiniz. Yola çıkmak isteyipte hatta imkanı olmasına rağmen yollara çıkmayanlara ne söylemek isterdiniz?
İmkanız varsa hemen şimdi bir bilet alın, çok düşünüp heyecanınızın kaçmasına müsade etmeyin. Bahane falan da aramayın. Kız ya da erkek arkadaşınız gitme etme dese de gidin, kararlarınıza saygı duyup size ‘git’ diyenler sizinle kalır diğerleri de mazide; 2×2=4. Ben hep öyle yaptım ve hiç pişman olmadım. Öğrenciyim param yok diyorsanız öğrenci değişim programlarına başvurun, onlar geçinecek kadar para zaten veriyorlar. Ya da yiyecek ve kalacak yer imkanı sunan gönüllü programları vasıtasıyla bir yerlere gidin. Araştırdıktan sonra göreceksiniz ki, bunun gibi birçok imkan keşfetme arzusuyla tutuşan insanları bekliyor. İsteyene sebep, istemeyene bahane çok.
Gezileriniz sırasında çok ilginç bir olayla karşı karşıya kaldınız mı?
Yaşadığım bazı ilginç olaylar var elbette ama İran’ın kendine has hatun ayartma tekniklerini bizzat olayın kaynağında işin erbaplarından öğrenip hemen pratiğe dökmek çok orjinal bir anı olarak hep hafızamda.
Blogunuz da “Yoldan İnsanlar” adı altında bir bölüm açtığınızı gördük. Bu içerik çok hoş olmuş tebrik ederiz. Yollarda karşılaştığınız insanlardan aklınızda kalan, sizi etkileyen ilginç bulduğunuz anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Teşekkürler. Eklenecek daha çok fotoğraf var, umarım en kısa zamanda bunu da gerçekleştirebilirim. Yollar sadece ve sadece ilginç olaylarla dolu olduğundan, uzun bir liste olurdu diye düşünüyorum ama kısaca özetleyecek olursam; gittiğim bir memleketin bir köşesinde karşılaştığım insanların Türkiye’ye ait anılarını dinlemek bana hep ilginç gelmiştir. Hatta birçok kişiye not defterimi uzatıp Türkiye hakkındaki düşüncelerini yazmasını da rica etmiştim. Bunları da kısa zamanda dijitale dökerek bloğuma eklemek de planlarımın arasında. En son olarak Sırbistan’ın Novi Sad şehrinde aylak aylak gezerken iki bayanla tanışmıştım. Bayanlardan birisi bundan yıllar önce bir öğrenci programı vasıtasıyla Adana’ya gitmiş ve ilk gidişinden on sene sonra merakından tekrar gitmiş. Adana hakkında anlattıkları aklıma geldikçe gülüyorum, yurdum insanı tek kelimeyle harika
Gezilerinizi önceden planlar mısınız? Yoksa spontane bir şekilde mi gelişir?
Genelde hiç aklımda yok iken bir anda bilgisayarın karşısına oturur ve ucuz bilet aramaya başlarım ve bulunca da kaçırmadan hemen alırım. Söz konusu uçakla gidileek bir yerse genelde 2-3 ay öncesinden alınan bir biletle gerçekleşen bir seyahat olur. Sonrası zaten malum. Anlık karar vererek gittiğim yerler otobüsle 8-10 saatlik mesafelerden öteye geç(e)medi şu ana kadar.
Son olarak artık her röportajımızda bunu soruyoruz, sizin gibi sırt çantalı olmak isteyen gezgin adaylarına neler söylerdiniz?
Tek yapılması gerek o ‘bir küçük adım’ı atmaya karar vermek. Her zaman diyorum: En uzun yollar bir küçük adımla başlar!
gezgin sorular / mayıs 2014